sancak yine salınsın

o burçta

devir putlarını çağın

bir vuruşta

yaman ol yine yaman

-dileyene kadar aman-

hesap soruşta. (S.M. Aydınlık Savaşçıları'ndan)

5 Eylül 2011 Pazartesi

KÜSTÜM SHOW -MAVİ MARMARA ŞEHİDLERİNDEN AF DİLİYORUZ(*)-


BM kod adlı “Domuzlar Diktatoryası” tarafında hazırlanan Mavi Marmara Raporu, basına sızdırıldı…

Rapor karşısında ilk tepki, Davutoğlu adlı derinlik uzmanından geldi. Bu sızdırma ve raporun muhtevası karşısında, mezkur derinlik uzmanı, hiç de sıfatın yakışmayacak bir şekilde, “yarın açıklama yapacağız” diyerek, soruyu geçiştirdi. Oysa, afra tafra ile “B Planı” adı altında basına neler neler aksetmişti.

Açıklama için zaman istediğine bakıp, “demek ki çok mühim şeyler var, bekleyip görelim” de diyen olmuştur, “hadi ordan, Debreli gibi yine sallayacak!” diyen de.

Davutoğlu, TV ekranlarından, canlı yayında beklenen açıklamayı yapıyor:

1-Diplomatik ilişkiler 2. Katip düzeyine düşürülecek.

Küstüm Şov başladı arkadaşlar. Diplomaside ilişkilerin düşürülüp, gerisinde ciddi adımların getirilmemesi, sümüklü mahalle çocuklarının, “küstüm lan ben sana” demesinden başka bir mânâ ifade etmez. Bu “küslük”, biliriz ki, gelip geçicidir. Arada ideolojik, dünya görüşüne bağlı, sistem gayeli bir anlaşmazlık yok. Bizimkiler zaten, 9 canın karşılığı olarak kuru bir “özür” bekliyordu, o kadar. Hem de yalvarırcasına. “Hadi bir özür dile de ilişkilerimiz zarar görmesin, yine eskisi gibi kankalığa devam edebilelim. Aslında ben özür de beklemem ama, bunu Müslümanlara anlatamam. Ne olur özür dilesen? Dile de arkadaşlığımız, dostluğumuz eskisi gibi devam etsin. Hatta özür de dileme, bir ara formül bulalım. Müslümanlara, ben senin söylediklerini, “özür diledi işte” diyebileceğim bir kelimecik dökülsün dudaklarından, ne olur?” Bu zillet, bu küslük karşısında muhatap ne der? “Küsersen küllüğüme, b.k koyum terliğine!” İsrail de, diplomatik bir dille bunu söyledi. Hatta, daha önceki bir ifadelerinde daha da ileri gittiler. Türkiye’nin alması gereken tavrı, kendileri ortaya koydu. Dediler ki: “Milli gurur, öyle sokakta satılan bir şey değildir!” Sen küsmeye devam et… Anlayanına bu ifadede nasıl bir itham, nasıl bir hakaret, nasıl bir aşağılama var. Ama bizimkiler çok derin, böyle sığlıklarla işleri olmaz. Ne demek “milli gurur”? Bu çağda, böyle sığlıklar zaten ancak İsrail’e yakışır.

2-Doğu Akdeniz’de, seyrüsefer güvenliği için önlem alınacak…
Breh, breh, breh… Bak sen! Nasıl olacak o? Yeni bir Gazze seferi düzenleyip, İsrail yine uluslar arası sularda müdahale ederse sen de karşılık mı vereceksin? Ya İsrail, bu defa uluslar arası sularda değil de kendi karasularında müdahalede bulunursa ne yapacaksın?

3-Gazze ablukasını tanımıyoruz. Uluslararası Adalet Divanı’na gitmek için BM nezdinde girişimlerde bulunacağız.

Kurda kuzuyu bir kez daha teslim edeceksiniz yani. İsrail’e kıytırık bir iki şey söylemek için mi, BM raporunu beklediğiniz? Ki, rapor, tam İsrail’in istediği gibi çıktı. Bundan dolayı raporu kabul etmiyorlarmış filan. Aklınız işin başında neredeydi? BM’den, bizim hoşumuza gidecek, İsrail aleyhine rapor çıkmasını mı bekliyordunuz ki, işi bunca zaman, “BM raporunu bekleyelim” diye sürüncemede bıraktınız? Alttan alta da Yahudi çıfıtı ile görüşmeye devam, özre benzer bir şeyler söyleyeceklerini umarak. Şimdi de, ablukayı kaldırmayı ısmarlayın bakalım elin gavurcuklarına. Zillet, zillet üstüne. Domuzlar Diktatoryası BM raporunda olduğu gibi, elinize bir karar verip, gereğini yapın derler artık. Tabi o karar çıkana kadar da Gazze inlemeye devam etsin, siz de Adalet Divanı’na giden kahramanlar olarak, afra tafra satmaya devam edersiniz artık. Haçlının kurduğu divandan adalet bekleyen, en azından şaşkındır, gafildir. Sizin durumunuz ise, “satmak”la ifade olunabilir ancak.

4-İsrail saldırısının mağdurlarına, mahkemelerde hak aramaları için her türlü destek verilecek.

Verme istersen. Hatta, nasıl olsa İsrail’le anlaşacağız diyerek, hak aramak isteyenlerin teşebbüslerine bu güne kadar mani olduğun gibi, yine oyala istersen. Kan dökülmüş, caniler sırıtarak geziyor, bunca zaman sesin çıkmamış, şimdi mahkemelerde dava açmalarına razı oluyorsun. Savaş sebebi olan bir durum karşısında, söylediğin lafa bak. Yani, savaş ilan et diyen de yok ama hani İsrail’le ticari ilişkilere son vermek? Askeri anlaşmaları askıya almışsın, bunu da yapmasaydın. Ki, askeri anlaşmalar çerçevesinde, İsrail’in bize attığı kazıkların haddi hesabı yok.

Sonra, bir de akıl veriyor İsrail’e: “Gerçek güvenlik, gerçek barışla mümkün. Gerçek barış, dost ülke vatandaşlarını katlederek gerçekleşmez!”

Kime diyor?

Hani, kazara, taksirle bir şey yapmış da, “bak bu böyle olmaz, dikkatli olman lazım!” havalarında bir ihtar, sanırsınız ki hayatında ilk defa hata yapmış biri var karşısında.

Oysa muhatap, katletmeyi, cinayeti, soykırımı meslek edinmiş bir cani, bir işgalci, emperyalizmin bizim coğrafyamıza soktuğu kanlı hançer.

Irz düşmanına, din düşmanına, vatanını işgal etmiş müstevliye, söylenecek söz bu mudur? İsrail’e karşı böyle konuşmak, o katilleri cesaretlendirir ancak. Zeki Müren edasıyla, “hain düşman al sana bomba” ifadesi bile bundan çok daha tesirli. En azından düşmana karşı bir bomba atışı var, bir ciddiyet var ama AKP derinlikçisinin ifadelerinde o kadar bile ciddiyet yok. Kısas hakkının baki olduğunu ilan etmek gereken yerde…

Evet küstük.

Nasıl da küstük ama? Hey yavrum şu tavra bak, Davutoğlu’nun küstüğümüzü açıklarkenki şu celadetine bak. Salında meydan aslan görsün be koçum. Adam, dünyaya özel misyonla gönderilmiş canım… Yahudi’ye, küstüğümüz böyle mi şecaatle söylenir? Yürü be koçum, kim tutar senin küsmeni!

(*) Af diliyoruz, zira, o şehid kanlarının gereğini yapmak yerine, o kanları satmaya çalışanları hâlâ iktidarda tutmaya devam ettiğimiz ve hesabını gereğince sormak yerine, zilletten zillete savrulduğumuz için!

(Bu arada, derinlikçimizin başında bulunduğu vekaletten, Haçlı Terör Örgütü NATO ile Füze Kalkanı konusunda anlaşıldığı açıklaması geldi. İsrail’e karşı şov yapılırken, bu arada füze kadar kazıklar Türkiye’ye çakılmış olacak! “Derinlik”e dikiz…)

2 Eylül 2011 Cuma

AKP'DEN İSRAİL'E TAVİZ ÜSTÜNE TAVİZ - MAVİ MARMARA ŞEHİDLERİNİN KANI SATILIYOR


AKP, İsrail’den, Mavi Marmara’da katlettiği şehidler için “özür” bekleyedursun, Domuzlar Diktatoryası BM için hazırlanan rapor basına sızdırıldı.

Raporun yayınlanmasıyla, terörist İsrail’le masaya oturmanın da bir mânâsı kalmadı. İki tarafı da barıştırmak, kendi aralarında anlaşmalarını sağlamak, yani Türkiye’yi, şehidlerin kanını AKP üzerinden Yahudi’ye peşkeş çekebilmek için, raporun resmi yoldan açıklanmasının ertelenmesindeki gaye tahakkuk etmeden oyun bozulmuş oldu.

Bu bozulan oyuna en çok içerleyen, gizli-kapaklı kapılar ardında terörist İsrail’le masaya oturup anlaşmak isteyen AKP ve Davutoğlu oldu.

“Bu ne ciddiyetsizlik”, teröristlerle konuşup giderken, hiç olacak şey mi? Ne güzel Yahudiyle anlaşmak varken, bunun için raporun yayınlanması defalarca ertelenmişken, çıktı biri, raporu faş etti ki şimdi çık çıkabilirsen işin içinden… Bundan sonra İsrail’le nasıl anlaşabileceğiz, biz anlaşsak bile bunu Türkiye’ye ve İslâm alemine nasıl anlatacağız? Anlatamayacağımızdan, bu ihaneti yutturamayacağımızdan, işi gizli kapaklı görüşmelerle halletmeye çalışmıyor muyduk? Tam da Yahudi’yi, aslında niyeti özür olmayan ama bizim millete özür diye yutturabileceğimiz, özre benzer bir şeyler söylemeye ikna etmeye çalışırken... Şehidlerin kanını satmanın da bir usûlü var değil mi?

Dikkat ettiniz mi, hemen her şeye ânında cevap verirlerken, bu defa verecekleri cevabı, yalanları, millete yutturacakları dolmaları hazırlamak için zaman istediler.

Hani, yalancının yalancılığını bilen adam, merakla dinliyormuş ya. “Ya sen bunun söylediklerinin yalan olduğunu biliyorsun, gene de dinliyorsun?” diyenlere de, “Biliyorum ama nasıl yalan üretecek, nasıl kendini haklı çıkartacak, merak ediyorum!” demiş…

Türk milleti de AKP’nin yalanlarını işte böyle dinliyor. “Gene ne palavra sıkacak acaba?”

Özür ne demek?

Tescilli bir katil, senin 9 kardeşini, evladını, babanı katletmiş… Sen ise özür dilemesini bekleyip durdun, yıl geçti.

Böyle bir katliamın karşılığı olarak özür dedin, ambargo kalksın dedin, tazminat dedin.

Özür zaten hakkımızdı.

Ambargonun kalkması da hakkımız.

Tazminat da.

Ve esas hakkımız, kısas hükümleri gereği, yapılan katliamların hesabının sorulması ki bu gündeme getirilmeden, “özür dile de kapatalım” diye İsrail’e bir tek yalvarmadıkları kalmıştı. Kapalı kapılar ardında, direk bir özür değil de özür benzeri bir şeyler mırıldanılmasına bile razı olduklarını katillerimize ifade etmiş olmaları, yalvardıkları mânâsını haiz değil mi?

İki kişi kavga etmiş, haklı olan, haksız olana, “Ya bak, özür dile de aramızdaki ilişkiye eskisi gibi devam edebilelim. Ben senle aramızdaki ilişkiyi, o güzel günlerdeki gibi devam ettirmek istiyorum. Ama, özür dilemezsen, etrafa ne diyeyim, nasıl anlatayım bu ilişkiyi devam ettirmeyi? O kadar çok istesem de elimde değil bu kadarı, benim de mesul olduğum yerler var, bu makamda-koltukta durabilmem için asgari şartlar var ki, ben de senden bu en asgari şeyi yapmanı istemeye mecburum artık. Ah bu mecburiyet olmasa, yoksa dükkan senin. Ev ahalisi benim bu kadar yavşadığımı görürse, o yukarıda anlatılan fıkradaki yalancı benim zaten, ‘o yalanı al da münasip yerine koy’ dediği gibi, bu ihanetin hesabını bir tek ben vermeyeceğim gibi, milletin ayranı da öyle bir kabarır ki, maazallah sen de veremezsin. O zaman bu milleti ne ben ne de sen tutabiliriz. Bu tavrınla, yıllarca elbirliğiyle kandırdığımız ev ahalisinin uyanmasına vesile olursun ki bu hem sen hem de benim için fena. Ne olur, özre benzer birkaç kelam etsen de, aslında özür olmayan bu kelimeleri, ben, ev ahalisine ‘bakın özür diledi’ diye yutturabileyim.”

İsrail ne diyor?

“Ne özrü? Biz şimdiye kadar kime özür dilemişiz ki? Milli gurur öyle sokakta alınıp satılan bir şey değil koçum. Siz bize belki özür dilettirebilirdiniz ama, askerinizin başına çuval geçirildiğinde gıkınız çıkmadığı gibi, bir de “Terör elebaşı Amerika’ya nota vermeyecek misiniz?” diye soranlara, “Ne notası, müzik notası mı?” diye cevap verdikten sonra, bizden de özür alamazsınız artık. Siz kendi gururunuza sahip çıkmak yerine, gururunuza sahip çıkılması gerektiğini söyleyenleri azarladınız, olmadı kodese tıktınız. Siz kendi haysiyet ve şerefinizi ayaklar altına atmadınız mı böylece? Sen kendi derdini ev ahalisine nasıl anlatırsan anlat. Bu benim derdim değil. Nihayetinde kullanılıp atılacak bir tampondan ibarettin, senin üzerine er-geç sifon çekilecekti. Şimdi ikile!”

Karşılığı kısas olabilecek bir cürmün bedelini kuru bir özür, üç-beş kuruş para isteyerek geçiştirmek isterken o bile ellerine geçmemiş olması karşısında, palavradan üç-beş madde ile güya tavır aldılar.

“Milli Gurur”u bir özre Yahudi’ye peşkeş çekmek isterken, Allah hesaplarınızı nasıl da bozuverdi, rapor basına sızdırılıp yayınlanıverdi?

Mehmetçiğin başına çuval geçiren coniye bir nota dahi veremeyen sizin ipliğinizin de pazara çıkma zamanı gelmiştir.

Müjdeler olsun!

Mavi Marmara şehidlerinin kanlarının bereketi, içimizdeki hainleri, işbirlikçileri deşifre ediyor ki o kanlara sahip çıkmayanlar, ama o kan üzerine rant ve iktidar inşa etmeye kalkanları mekri ilahi işte böyle çarpmakta. Şimdi o şehid kanlarına batıp boğulmaktalar.