sancak yine salınsın

o burçta

devir putlarını çağın

bir vuruşta

yaman ol yine yaman

-dileyene kadar aman-

hesap soruşta. (S.M. Aydınlık Savaşçıları'ndan)

2 Eylül 2011 Cuma

AKP'DEN İSRAİL'E TAVİZ ÜSTÜNE TAVİZ - MAVİ MARMARA ŞEHİDLERİNİN KANI SATILIYOR


AKP, İsrail’den, Mavi Marmara’da katlettiği şehidler için “özür” bekleyedursun, Domuzlar Diktatoryası BM için hazırlanan rapor basına sızdırıldı.

Raporun yayınlanmasıyla, terörist İsrail’le masaya oturmanın da bir mânâsı kalmadı. İki tarafı da barıştırmak, kendi aralarında anlaşmalarını sağlamak, yani Türkiye’yi, şehidlerin kanını AKP üzerinden Yahudi’ye peşkeş çekebilmek için, raporun resmi yoldan açıklanmasının ertelenmesindeki gaye tahakkuk etmeden oyun bozulmuş oldu.

Bu bozulan oyuna en çok içerleyen, gizli-kapaklı kapılar ardında terörist İsrail’le masaya oturup anlaşmak isteyen AKP ve Davutoğlu oldu.

“Bu ne ciddiyetsizlik”, teröristlerle konuşup giderken, hiç olacak şey mi? Ne güzel Yahudiyle anlaşmak varken, bunun için raporun yayınlanması defalarca ertelenmişken, çıktı biri, raporu faş etti ki şimdi çık çıkabilirsen işin içinden… Bundan sonra İsrail’le nasıl anlaşabileceğiz, biz anlaşsak bile bunu Türkiye’ye ve İslâm alemine nasıl anlatacağız? Anlatamayacağımızdan, bu ihaneti yutturamayacağımızdan, işi gizli kapaklı görüşmelerle halletmeye çalışmıyor muyduk? Tam da Yahudi’yi, aslında niyeti özür olmayan ama bizim millete özür diye yutturabileceğimiz, özre benzer bir şeyler söylemeye ikna etmeye çalışırken... Şehidlerin kanını satmanın da bir usûlü var değil mi?

Dikkat ettiniz mi, hemen her şeye ânında cevap verirlerken, bu defa verecekleri cevabı, yalanları, millete yutturacakları dolmaları hazırlamak için zaman istediler.

Hani, yalancının yalancılığını bilen adam, merakla dinliyormuş ya. “Ya sen bunun söylediklerinin yalan olduğunu biliyorsun, gene de dinliyorsun?” diyenlere de, “Biliyorum ama nasıl yalan üretecek, nasıl kendini haklı çıkartacak, merak ediyorum!” demiş…

Türk milleti de AKP’nin yalanlarını işte böyle dinliyor. “Gene ne palavra sıkacak acaba?”

Özür ne demek?

Tescilli bir katil, senin 9 kardeşini, evladını, babanı katletmiş… Sen ise özür dilemesini bekleyip durdun, yıl geçti.

Böyle bir katliamın karşılığı olarak özür dedin, ambargo kalksın dedin, tazminat dedin.

Özür zaten hakkımızdı.

Ambargonun kalkması da hakkımız.

Tazminat da.

Ve esas hakkımız, kısas hükümleri gereği, yapılan katliamların hesabının sorulması ki bu gündeme getirilmeden, “özür dile de kapatalım” diye İsrail’e bir tek yalvarmadıkları kalmıştı. Kapalı kapılar ardında, direk bir özür değil de özür benzeri bir şeyler mırıldanılmasına bile razı olduklarını katillerimize ifade etmiş olmaları, yalvardıkları mânâsını haiz değil mi?

İki kişi kavga etmiş, haklı olan, haksız olana, “Ya bak, özür dile de aramızdaki ilişkiye eskisi gibi devam edebilelim. Ben senle aramızdaki ilişkiyi, o güzel günlerdeki gibi devam ettirmek istiyorum. Ama, özür dilemezsen, etrafa ne diyeyim, nasıl anlatayım bu ilişkiyi devam ettirmeyi? O kadar çok istesem de elimde değil bu kadarı, benim de mesul olduğum yerler var, bu makamda-koltukta durabilmem için asgari şartlar var ki, ben de senden bu en asgari şeyi yapmanı istemeye mecburum artık. Ah bu mecburiyet olmasa, yoksa dükkan senin. Ev ahalisi benim bu kadar yavşadığımı görürse, o yukarıda anlatılan fıkradaki yalancı benim zaten, ‘o yalanı al da münasip yerine koy’ dediği gibi, bu ihanetin hesabını bir tek ben vermeyeceğim gibi, milletin ayranı da öyle bir kabarır ki, maazallah sen de veremezsin. O zaman bu milleti ne ben ne de sen tutabiliriz. Bu tavrınla, yıllarca elbirliğiyle kandırdığımız ev ahalisinin uyanmasına vesile olursun ki bu hem sen hem de benim için fena. Ne olur, özre benzer birkaç kelam etsen de, aslında özür olmayan bu kelimeleri, ben, ev ahalisine ‘bakın özür diledi’ diye yutturabileyim.”

İsrail ne diyor?

“Ne özrü? Biz şimdiye kadar kime özür dilemişiz ki? Milli gurur öyle sokakta alınıp satılan bir şey değil koçum. Siz bize belki özür dilettirebilirdiniz ama, askerinizin başına çuval geçirildiğinde gıkınız çıkmadığı gibi, bir de “Terör elebaşı Amerika’ya nota vermeyecek misiniz?” diye soranlara, “Ne notası, müzik notası mı?” diye cevap verdikten sonra, bizden de özür alamazsınız artık. Siz kendi gururunuza sahip çıkmak yerine, gururunuza sahip çıkılması gerektiğini söyleyenleri azarladınız, olmadı kodese tıktınız. Siz kendi haysiyet ve şerefinizi ayaklar altına atmadınız mı böylece? Sen kendi derdini ev ahalisine nasıl anlatırsan anlat. Bu benim derdim değil. Nihayetinde kullanılıp atılacak bir tampondan ibarettin, senin üzerine er-geç sifon çekilecekti. Şimdi ikile!”

Karşılığı kısas olabilecek bir cürmün bedelini kuru bir özür, üç-beş kuruş para isteyerek geçiştirmek isterken o bile ellerine geçmemiş olması karşısında, palavradan üç-beş madde ile güya tavır aldılar.

“Milli Gurur”u bir özre Yahudi’ye peşkeş çekmek isterken, Allah hesaplarınızı nasıl da bozuverdi, rapor basına sızdırılıp yayınlanıverdi?

Mehmetçiğin başına çuval geçiren coniye bir nota dahi veremeyen sizin ipliğinizin de pazara çıkma zamanı gelmiştir.

Müjdeler olsun!

Mavi Marmara şehidlerinin kanlarının bereketi, içimizdeki hainleri, işbirlikçileri deşifre ediyor ki o kanlara sahip çıkmayanlar, ama o kan üzerine rant ve iktidar inşa etmeye kalkanları mekri ilahi işte böyle çarpmakta. Şimdi o şehid kanlarına batıp boğulmaktalar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder