sancak yine salınsın

o burçta

devir putlarını çağın

bir vuruşta

yaman ol yine yaman

-dileyene kadar aman-

hesap soruşta. (S.M. Aydınlık Savaşçıları'ndan)

21 Mayıs 2011 Cumartesi

METİN YÜKSEL’İN ŞEHADETİ VE MHP

Akşam yazarı Nagehan Alçı, MHP’ye yapılan kasetli saldırının, saldırganın ne denli rezil ve aşağılık bir mahlûk olarak görülmesine yol açtığını, belhüm adal yüzünü açığa çıkardığını ve bu saikle de komplonun geri tepmeye başladığını görmenin korku ve paniğine kapılanların kulağına üflediği yeni malzemesini kaleme almış. Alçı, böylece, MHP’yi baraj altına itme komplosunu yeni bir mecraya çekme hamlesinin kullanılan kalemi oluyor.

Alçı’nın, 10 Mayıs tarihli mezkur yazısı şöyle:

Metin Yüksel cinayeti ve İhsan Barutçu

Siyaset 18+ bir hal almaya başladı değerli okurlar. Her sabah 'bugün hangi
MHP'linin seks görüntülerini izleyeceğiz?' sorusuyla güne başlar olduk.
Böyle bir şantaj sopası, böyle bir röntgen siyaseti çok yanlış değil mi? O
yasadışı çekimlerle ortaya çıkan manzara hayli problemli olsa da siyasetin
yatak odaları üzerinden gitmesi kabul edilebilir değil. Belli ki birileri
MHP'ye vurmaya çalışıyor. Ancak... Eleştiri böyle mi yapılır?
***
Ben size bugün farklı bir şey anlatacağım. Son günlerin 'kaset kahramanı',
MHP İstanbul İl Başkanı İhsan Barutçu ile ilgili bir şey. 10 yıldır il
başkanlığı yapan, parti içinde büyük iktidar sahibi olan İhsan Barutçu ile
ilgili. Kaset maset değil, bu şahsın başka bir meselesi. Asıl tartışmamız
gereken nokta...
***
Ülkücü camia içinde güvendiğim kaynaklar İhsan Barutçu ismini duyunca kaset
değil 23 Şubat 1979 gününü hatırlıyorlar. Metin Yüksel'in öldürüldüğü günü.
Çünkü bu cinayeti Barutçu ile beraber bir arkadaşının tertiplediğini iddia
ediyorlar.
***
Metin Yüksel 80 öncesinin önemli İslamcı gençlik önderlerinden biriydi.
İstanbul'daki Fatih Akıncılarının lideri... O dönem MSP İstanbul İl Gençlik
Kolları Başkanı olan Tayyip Erdoğan'ın dava arkadaşı ve yol arkadaşıydı aynı
zamanda.
***
Yüksel bir cuma namazı çıkışı Fatih Camii avlusunda bir pusuyla katledildi.
Akıncılara yönelik planlanan ilk büyük cinayetti bu. Muhtemelen amaç,
ısrarla silahlı terör eylemlerinden uzak duran İslamcı gençliği de bu kan
döngüsüne dahil etmekti.
İddiaya göre işte şu an MHP İstanbul İl Başkanı olan ve kasetle gündeme
gelen İhsan Barutçu, Metin Yüksel'in katil zanlılarından biri. Metin Yüksel
cinayetinden yargılanmış, mahkum olmuş ve 1991 affına kadar da bu suçtan
hapis yatmış. Cinayetin görgü tanıkları İhsan Barutçu'nun bu cinayeti bir
arkadaşıyla beraber organize ettiğini söylüyorlar. Bu tanıklardan biri de
Yüksel'in katledildiği sırada yanında olan arkadaşı Mehmet Ali Tekin.
Tekin'e göre Barutçu'nun ortağı tetiği çekmiş. Tekin bunun üzerine müdahale
etmeye kalkışınca İhsan Barutçu Tekin'in sırtına silah dayamış ve 'Sakın
davranma' demiş.
***
Bugün Türkiye'nin en köklü partilerinden birinin İstanbul il başkanı ve
milletvekili adayından bahsediyorum. Bu çok ciddi bir iddia. Bir an önce şu
soruların yanıtları açığa çıkmalı: Barutçu,  Yüksel cinayeti planlarının
içinde miydi? Cinayetten yargılandı ve ceza aldı mı? Bu cinayetin üstü
örtülmeye mi çalışılıyor?
***
Bir de başka mesele var: Yüksel'in yakın çevresine göre bu cinayeti
planlayan Özel Harp Dairesi'ydi. O halde İhsan Barutçu Özel Harp Dairesi'ne
mi çalışıyordu? Öyleyse çok vahim çünkü o zaman şunu da sormamız gerek:
Hani MHP tüm bu karanlık işler ve illegal aktörlerle bağlantısını kesmişti?
İstanbul İl Başkanlığı gibi bir makama bu yapılarla bağlantılı birini
oturtabiliyorsa bu ne perhiz bu ne lahana turşusu?
***
Kasetle, bel altı vuruşlarla siyaseti kirletmek ahlak dışı. Gelin MHP'yi
tartışacaksak bunlar üzerinden tartışalım...
Not: Cevap vermek isterse köşem İhsan Barutçu'ya açıktır.

Müflis bakkal eski defterleri karıştırır diye boşuna dememişler…

Alçı’nın karıştırdığı-karıştıttırılan defterlere gelmeden önce, Türkiye’de zaten iflas etmiş olanın yerine yeni bir paradigma ikame etme sürecinin bir parçası olarak AKP’nin iktidara getirilme ve Ergenekon saldırılarının gayesini anlayabilmek için hadiselerin perde gerisine derinlikli bir göz atmak gerek. İster Ergenekon isterse bu kaset komplosu, ikisi de son tahlilde bu sürecin parçaları olarak Türkiye’de yeni paradigmayı yerleştirmeye çalışan emperyalistler tarafından kullanılan-kurgulanan süreçler. AKP ve Fetullah da bu süreçte yeni paradigmayı temsil eden unsurlar. Meseleyi, meselenin isteği derinlikte ve şuur seviyesinde ele alabilmeli, ağacı değil de ormanı görebilmeli ki taşlar yerli yerine oturabilsin.

En geniş ve derin perspektif olduğunu düşündüğümüz manzara:

“Makine eski beşerî muvazeneleri silip süpürür, el işi ve sanat emeğini çürütür, sınıflar batırır ve sınıflar çıkarır, bilhassa ‘mavera-ötelere bağlı’ itikadları pörsütürken, şaşkın insan ruhunda alabildiğine putlaşmış ve insan yapısı olduğunu unutturarak yeni bir insan yapma kudretinin sahibi zannedilmiştir. Makinenin doğurduğu buhran, ona haddini bildirecek, onu zabt ve teshir edecek, hükmü altına alacak bir imân hamlesini davet ettiği halde bu hamle gösterilemedi, gösterilemeyince de putun şımarıklığı arttı; ve Almanya’da filozof Heidegger’e, ‘sıkıntı felsefesi-buhran felsefesi’ mektebini kurduran bu vaziyet, Batı dünyasını bunalımdan bunalıma sürükleyerek İkinci Dünya Savaşı’na kadar geldi. İkinci Dünya Savaşı, faşizma ve nazizmanın, Batı dünyasını yeni bir ruh müeyyidesine kavuşturma, Greko-Lâtin medeniyetini yeniden eserine hâkim kılma hamlesidir ve basit siyaset plânında nasıl başlayıp nasıl bittiği malûmdur.” (SM, Büyük Muzdaribler c: 3, s: 350-351, İbda Yay. 2004)

Şimdi, bu derinlikli analiz, tahlil ve teşhisten sonra, gelelim bu günleri o derinlikli analize bağlayan ve basit siyasi oyunlar olarak gözüken hadiselere…

Kendi buhranına çare ararken dünyayı da ateşe veren Batı… SSCB’nin de tasfiyesiyle, kendi içinde de zıt kutup kalmayacak şekilde, ipler, Batı’yı güden Yahudi-Evanjelik Hıristiyanların eline geçti. Bu klik, dünya hakimiyetini kurma ve ilahlığını en baş düşmanı İslam âlemine de kabul ettirebilmenin ilk adımı olarak 91 senesinde Irak’a saldırmak suretiyle yeni Haçlı-Yahudi saldırılarını başlatmış oldu.

91 Haçlı saldırısında Özal hain-işbirlikçisinin durumu malûm ve buna karşı İBDA’nın tutumu da. Ve bu karşı koyuşa istinaden İBDA Mimarı’nın şahsını hedef alan polis operasyonu, işkence ve hapislik de…

Dünya tablosu bu minvalde şekillenirken, bu tabloya itiraz ederek kendi nizamını teklif eden unsurlardan olarak ‘Akıncılar-İBDA’nın, Mirzabeyoğlu’nun şahsında tavrı apaçık.

İBDA-Akıncılar, 80 öncesi, çift kutba ayrışmış olan Batı’nın kapitalist ve sosyalist markalı emperyalizminin kuyrukçularına karşı mücadelesini verirken, 80 sonrası da aynı samimiyet ve kararlılıkla anti-emperyalist mücadelesini ortaya koymuştur.

80 öncesi “Akıncı” adını ilk ortaya atan, “Akıncılar”ın babası Salih Mirzabeyoğlu, 80 sonrasında hareketinin adını misyonunun ifadesine daha uygun bir ibare olarak ve Akıncı geçmişine de sahip çıkarak İBDA olarak adlandırmıştır. Akıncılık, İBDA’da mündemiçtir. İBDA ve Mirzabeyoğlu olmadan Akıncı geleneği sahiplenmeye kalkmak ve Akıncılığı anlamaya çalışmak, en hafifinden kendini kandırmak olur. Ucuz bir üç kâğıtçılık, göz boyamacılık eliyle büyük bir sahtekârlığa kapı açmaya kadar gider.

Ki, N. Alçı’nın, farkında olarak veya olmayarak vesile olduğu da budur. Telif hakkı sahibi ortada dururken, onu görmeden Akıncılar’ın meselelerini ele almak fikir namusuna sığmaz bir kere.

Yukarıda aktardığımız şartlar içerisinde gayet öne çıkmış militan bir figür olarak Metin Yüksel’in de kendisine yer bulduğu Akıncılar içerisinde, ayrıca RTE’nin esamesi okunmamaktır. O dönem Kasımpaşa Akıncıları içerisinde faaliyet göstermiş bir gönüldaşımızın şahitliği-ifadesi şöyle: “Ne zaman bir eylem, gösteri olsa, pankart asmaya, yazılamaya çıksak, tehlikeli bir iş olsa, RTE ortadan kaybolurdu. Nerede üç beş kişi birikmiş görsek, başlarında RTE’yi onlara nutuk atarken bulurduk.”

Alçı’nın, RTE’nin adını, yiğitliği dillere destan Metin Yüksel’in adı ile beraber anarak, RTE’ye olmadığı manaları yükleme çalışmasına da bu şekilde mani olduktan, hakikatin namusunu kurtardıktan sonra… Zira, ne yapılıyorsa bu sahte görüntü üzerinden yapılıyor. RTE’den yeni bir Keşanlı Ali imal ediliyor.

Evet, o günkü şartlar içersinde Akıncılarla, Ülkücü ve Solcular arasında çeşitli çatışmalar oldu, taraflardan ölenler de vaki…

Evet, Yüksel’in şehid edilmesinde İ. Barutçu’nun dahli olabileceği gibi Barutçu bu eylemi o günkü şartlarda gladyo-emperyalizmin uzantılarının yönlendirmesiyle icra etmiş de olabilir.

Ama…

Dediğimiz gibi, Akıncılık-İbdacılık, anti-emperyal olmayı gerektirir. Bu gün, emperyal emeller çerçevesinde, İ. Barutçu şahsında hedef tahtasına oturtulan MHP gibi gözükse de, yukarıdan beri izah edegeldiğimiz büyük resim içerisinde, temel hedef, MHP’yi de dizayn etme teşebbüsü üzerinden topyekûn İslâm âlemidir. İslâm âlemini dizayn edebilme yolunda kendilerine mani gördükleri MHP’yi istedikleri şekle sokma, mani olmaktan çıkarma gayretidir.

Barutçu geçmişte bu tür ilişkilere girmiş ve bu eylemi gerçekleştirmiş olabilir ama İBDA, gerçek Akıncılık, emperyalizmin saldırısı üzerinden kendi hesabını görecek kadar küçük değildir. Biz biliriz ki, böyle bir hesap görmek, hesap görmek olmayıp, geçmişte muhataplarımızda eleştirdiğimiz hatalara bizim düşmemiz ve emperyalizm adına iş görme pozisyonunu kabullenmekten başka bir şey demek değildir.

İBDA, dün olduğu gibi bu gün de emperyalizmin oyununu bozan misyonu icabı, emperyalizmin saldırdığına, “bir de ben vurayım” demez. Bilakis, Saddam misalinde olduğu gibi, emperyalizme karşı duran kim olursa olsun, geçmişi ne olursa olsun, bu duruşa destek olmuştur. İBDA’nın tertemiz geçmişini, mücadelesini bu şekilde istismar ederek emperyalizm menfaatine kullanmaya kalkanlar, Alçı gibi bir tıfıla kaldı anlaşılan. Alçı ne yapsın, kulağına fısıldananları aktarmış ve o fısıltıların yazarlık şehvetini körüklemesiyle, kızışmış kalemini çalakalem kağıda bandırıvermiş. Fısıldayanları ve fısıldatanları görmek gerek asıl… Alçı’nınki ise düpedüz fikir zinası neticesi, tesir edenlerin eserini vermekten ibaret.

Şimdi…

Madem Akıncılar’ın hakkı mevzubahis, sen bırak eski defterleri karıştırmayı da, bu gün, halihazırda, Akıncılar’ın babası Mirzabeyoğlu’na, emperyalizm, en dehşetli ve sofistike silahlarıyla saldırmaya, en ağır ve zalim işkenceleri yapmaya devam etmekte; hem de RTE iktidarının kontrolü altında… Derdimiz acındırma değil, biz düşmanı biliriz ve ondan her şeyi bekleriz. Mesele, Alçı gibiler, mevzuun ancak kendilerine fısıldanan kadarına vakıf olduklarından, kullanılmakta olduklarının bile farkında olmadan, böyle içler acısı duruma düşmekteler; mücerret insan keyfiyetinin çekildiği çukur itibariyle yazık.

Emperyal saldırganlıkla işbirliği yapan Akıncı-İBDA kaçkınları-hainleri iktidarda ve Akıncılar’ın babasına -mânâda babalarına- işkence yapmaya devam ediliyor. O’nu yok etmeye, susturmaya çalışıyorlar. Eh, o şartlar altında mücadelesini vermeye devam eden Mirzabeyoğlu; Telegram’la meşgul edilerek, mücadeleyi aktüel şartları içerisinde istediği gibi ele almaktan alıkonulması hasebiyle, Telegramcıların, bir nebze de olsa amaçlarına ulaştıklarını söyleyebiliriz. Alçı da, emperyalizmin hedef tahtasına oturttuğu diğer birileri karşısında, Mirzabeyoğlu’nun geçmişini bu gününe karşı kullanmak üzere ele alıp, bir nevi kitlesel Telegram yapmak arzusuyla, “MHP’ye karşı olmak öyle olmaz, böyle olur” demekle, güya meseleye vakıf olarak, daha dünkü çocuk haline bakmadan, kulağına fısıldananların şehvetiyle etrafa akıl vermeye kalkıyor. Hadi buna ergenliğin kızgınlığı diyelim; Alçı’nın zatını bu haliyle en fazla bu kadar ciddiye alabiliriz; ama fısıldananlar, gayesi bakımından ciddi.

1-Akıncılar-İbdacılar’ın derdi, zat değil, fikir… Zat da vesile olduğu fikir etrafında kıymete değer. Ülkücüler de o günkü konjonktür, şartların objektif tahlili içinde, emperyalizmin kullandıkları cümlesinden bir mânâ halkası içinde mütalaa edilmesi gereken olarak mevzubahis, “tavır”a konu…

2-Akıncılar-İBDA’nın bu günkü tavrı da emperyalizme karşıdır ve İbda Mimarı bu tavrından dolayı zindana atılmış, tek kişilik hücreye konmuş ve son 9 yılı Akıncı kaçkınlarından,hainlerinden müteşekkil AKP iktidarında olmak üzere, emperyalizm ve işbirlikçileri tarafından yok edilmek, en azından susturulmak istenmekte, bunun için de makinenin en son terakkisi ve insan üzerindeki tahakkümünü perçinleyecek teknoloji olarak gösterilen Telegram cihazları kullanılmaktadır.

3-Mirzabeyoğlu’nun kendi deyimiyle, kendisini ademe mahkûm edebilmek için bu teknoloji ile adeta mumyalanmakta ve diri diri mezara gömülmeye çalışılmakta. Adeta her an ölüp dirilerek, bir Anka Kuşu hayatı yaşamakta. Metin Yüksel bir kez öldü, Mirzabeyoğlu her an yeniden öldürülüyor.

4- Mirzabeyoğlu’nu her an bir daha öldüren bu caniler, onu hedef almaktaki gayeyi tahakkuk ettirmek maksadına matuf olarak, bu defa MHP’yi şekillendirmek, yeniden dizayn etmek üzere harekete geçmişler, ve bunda da, tıpkı Telegram’da Mirzabeyoğlu’na yaptıkları gibi en adi metodları kullanmaktan imtina etmemişlerdir.

5-Mirzabeyoğlu, Telegram’da kendisine saldırtılan mahlûklar için “NYMPHA” tabirini kullanmakta ki bunların bariz vasfı ağızlarının gayet bozuk oluşu. MHP’ye saldıran RTE, Nympha’larla aynı soydan olarak, diline-ağzına bir türlü sahip olamamakta, elalemin tenasül uzvunu ağzına almaktan, diline dolamaktan bir türlü vazgeçememekte. Birilerinin gizlide yaptığını o açıkça ağzına almakla, milyonların önünde defaatle dile getirmekle, bu işten zevk aldığını göstermiş, bu iğrenç zevki milyonların tiksintisine yol açmış, bir de kendi etrafındakilerin kasetlerinin gündeme gelmesi ile röntgencilik politikası ters tepmeye başlamış ve neticede Alçı’ya malum bilgiler aktarılmış. Böylece, bozgunlarını geri çevirmeyi hesaplamaktalar.

6-Suret-i Hak’tan görünerek tezgâhlanmaya çalışılan bu bozgunu geri çevirme hamlesi, en adinin bayağısı bir istismardan öteye gitmeyecek ucuz bir taktikdir.

7-Düşmanın bütün hilesinin, bu, “Suret-i Hak”tan gözükme üzerine olduğunun farkındayız. Algılarla oynama, kitlesel telegram, hipnoz ve mumyalama, düşmana karşı koyamayacak hale getirme, başka vasıtalarla oyalama, idrakleri iğdiş etme… Adamına göre, hangisi ne derece tutarsa…

8- Teknolojik cihazlarla beynin kontrolü diye tarif edebileceğimiz Telegram’ın geniş manası, algılarla oynamak, hedef şaşırtmak, düşmanın kendisini tanınmaz kılması ve idrakleri iğdiş etmesi neticesi istediği gündemle bizleri oyalayabilmesi. Asıl buğz ve düşmanlık hedefimiz…

9- Mânâları es geçip suretlere takılanlar, o mânâların ilk tesbit edildiği konjonktürel devir içerisinde o mânâların şahıslarında tahakkuk etmiş olması saikiyle işaretlenen şahıs ve zümrelerden başkasını göremez. Bunların tecrid kabiliyeti düşük veya körelmiştir. Mânâların kendilerine öğretilmek üzere örnek verilen, işaretlenen müşahhas şahıslardan ötesini göremediklerinden, şahıslar değişir ama onların düşmanlıkları, düşman belledikleri şahıs ve kurumlara bağlı kalır; bu şahıs ve kurumlar ortadan kalksalar ve tamamen farklı karaktere bürünseler bile. Eskiden hesap sormak adına, yeni tezgahlara düşüverirler. Oysa şekil değişse de düşman asılda aynıdır ve zaman içinde düşman da kendini yenilemektedir. Düşmanın yenilenmesi karşısında yenilenemeyenin, asıl düşmanı yeni suretleri içerisinde teşhis edemeyenin düşmanlığı, ideolojik-fikri olmaktan çıkıp, psikolojik bir keyfiyete bürünmeye başlar. Bu, bir doktorun, hep aynı mikropla mücadele etmek istemesi gibidir ki onun tedavi ve mücadelede varlığı aslında düşmanın o şekilde varolmaya devam etmesine bağlıdır.

10-Düşman, karşısındakinin bu psikolojisini bildiğinden, tecrit kabiliyeti düşük şahısların, düşmanını, fikir değil de şahıs üzerinden tanıdığının farkında olarak, gayesine ermek için eski defterleri karıştırıp, eski hasımlıkları körükleyerek, bu hasımlıkların kendi istediği şartlarda yeniden gündeme gelmesini sağlamaya çalışır. Psikolojimize, duygularımıza saldırır, fikrimizi, aklımızı manipüle etmeye çalışır. Kendinin esas hasım oluşunu perdelemeye kalkar ve hatta bize eski defterleri hatırlatmakla dost görüntüsü vermeye bile çalışacaktır.

11-İnsanoğlunun ekserisi, tecrit kaabiliyetinin eksikliğinden, mücadele etmeyi, suretlere karşı olmak zanneder. Bu aslında bir nevi putçuluk, putçuluğun tersinden yaşatılmasıdır.

12-Akıncı-İBDA mücadelesinin hedefi tam bağımsızlık ve metodu da anti-emperyalizmdir. Bu gün emperyalizmin gayelerine hizmet edecek şekilde eski hesapları ortaya dökmek, ancak, Akıncılığı anlamadan zamanın şartları icabı bir şekilde Akıncılar içinde görünmek işine gelmiş istismarcıların işidir. Onlar, bu günün modasına uyup, mürted-münafık işbirlikçi takımı olarak, efendilerinin çıkardıkları çizmeleri giymiş ve Akıncı babaları Mirzabeyoğlu’na saldırıp yok etmeyi efendilerinin kendilerine verdiği görev olarak yerine getirmeye devam etmekteler.

13-Mirzabeyoğlu’nun bu davanın remz şahsiyeti olması hasebiyle, O’na karşı yapılan saldırı ve düşmanlık, davaya yapılmış olur. İçeriden gelip-görünüp düşman olan da mürted.

14-Hani bunlar, yaratılanı Yaratan için seviyorlardı? Yaratan’ın kitabında, yaratılanın kusurlarını örtmek var, açığa vurmak değil. Yaratan’ın kitabında, bir insanı hücreye atıp, yıllarca yok etmek için öldürür öldürüp diriltmek var mı? Yaratan’ın kitabında, bir insanı bu şekilde ademe mahkûm etmeye çalışmak, mumyalamak var mı? Diri diri mezara gömmek? Yaratılanı Yaratan’dan dolayı sevmek, ancak, Yaratan’ın gönderdiği kitab mucibince olabileceğine göre, bunlar, o kitabın hükmüne karşı savaşan Haçlıların işbirlikçisi olarak söylediklerinin hepsi yalan, riya, üç kağıt. Yaratan’ın kitabında bunlar için kaydedilmiş cezaları tatbik etmek de, asıl, yaratılanı Yaratan’dan ötürü seven bizlerin boynunun borcu.

15-Gündemimiz emperyalizm. Esas hasmımız o… Emperyalizm, MHP üzerinden oyun-kumpas kurmaya kalkıyor. Buna karşı durmak, bu oyuna düşmemek, bu tuzağı bozmak da boynumuzun borcu.

16- N. Alçı’ya, “Metin Yüksel şehadetini ısıt, gündem getir!” diye fısıldayanlar yine hüsrana uğrayacaklar ama ne yapalım, bizim de işimiz bu; oyunlarını bozmak…

17-Batı’nın, “Allah”lık davasından başlayarak, Mirzabeyoğlu’nun yok edilmesi ve esas hasmın plânlarına bir şekilde takoz olan bütün muhalefet unsurlarının bir şekilde yoldan kaldırılıp kontrol altına alınması gayeli ve tek merkezden yürütülen saldırılarda, saldırgan-esas hasım, bizleri birbirimize düşürüp işini kolaylaştırmak istiyor. Hani “ustalık” dönemleri ya, göreceğiz.

18-Batı’nın “Allah”lık davası ve bunu kabul edenlerin çeşitli isimler altında -Eşbaşkan vs.- kendilerini ifade etmeleri yanında, büyük velinin, “taptığınız ayaklarımın altındadır” sözünden ilhamla, taptıkları ayaklarımızın altındadır. Her “salat-ı vitir”de okuduğumuz Kunut dualarımızla sabit ki, bu Allahsızların, Allahları Batı olmuşların düzenlerini başlarına yıkmaya yeminliyiz!

5 Mayıs 2011 Perşembe

Üstad Necip Fazıl'ın, “KIZ SATAN DEĞİL, VATAN SATAN PEZEVENK” ibaresine nazire:

On pulu bire verip garibanı ezenler, (*)
Aç öldürdükleri bebelere göz süzenler...
Gariban milleti aşevlerine dizenler,
"Karı satan değil, vatan satan pezevenkler!"

Örtüsü için yanarken Milli Ruhun özü
Hani verdiğiniz namus sözü şeref sözü?
Namusuna ağlar, bacımın kurudu gözü
"Karı satan değil, vatan satan pezevenkler!"

"Avrupa'dan hükümet ithaline kaldı iş."
Üstad Necip Fazıl zamanında böyle demiş.
Batmanlı denilen Mehmed asıl İngilizmiş!
"Karı satan değil, vatan satan pezevenkler!"

"Davos'ların fatihidir o ister mi ister,
Namusun kurtardığı anadan rüşvet ister." (**)
Kasımpaşalı palavrası daha ne ister?
"Karı  satan değil, vatan satan pezevenkler!"

Biraz iman-haya verelim desek almazsın.
Gavurlar için hiç bir şeyden geri kalmazsın.
Memleketi Batılıya satmaktan yılmazsın.
"Karı satan değil, vatan satan pezevenkler!"

Toprak satın alıyor Yahudi ve Batılı.
Aşımıza hem ağu hem de zehir katılı.
Vatan, üç kuruşa babalar gibi satılı.
"Karı satan değil, vatan satan pezevenkler!"

Ne namus bıraktınız aziz vatanda ne ar,
Memleket gavurcuklarınıza açık pazar.
Her yanda işgal üssü, coniler cirit atar.
"Karı satan değil, vatan satan pezevenkler!"

(*) “Allah'ın on pulunu bekleye dursun on kul
Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul.
Bu taksimiz kurt yapmaz, kuzulara şah olsa,
Yaşasın kefenimin kefili kara borsa.”

(**) Üstad NEcip Fazıl'a ait olan beytin aslı, Ecevit'in Kıbrıs Harekatı akabinde, buradaki başarıyı seçim yoluyla kazanca tahvil etmek istemesine istinaden, “Kıbrıs fatihidir o ister mi ister / Namusunu kurtardığı andan rüvet ister!” şeklindedir.


BİLANÇO

Şimdi leke, asıl renk,
Kargaya kaldı ahenk,
Eşediler kandile,
Açtılar güneşe cenk.
Kaldırıldı perdeler,
Avret yerinden kepenk.
Pazarlarda satılık,
Vicdanlar hevenk hevenk.
Bir nesil türettiler,
Yamyam sürüsüne denk.
Oh, ne tatlı şey derler,
Necaset yese firenk.
Bunlara vit, bit zehiri;
Ne ip, ne top, ne tüfek!
Leşlerine yakışan,
Köpek tersinden çelenk.
Pezevenklik mi desem;
Azdır, der, bizim mihenk.
Ama, kız satan değil,
Vatan satan pezevenk!..

Necip Fazıl Kısakürek Rapor 7 / shf:19

LADİN'İN ŞEHADETİ

En sonda söylenmesi gerekeni en başta söyleyelim:

Erkekçe yaşadı, erkekçe öldü! Yaşanmış bir vaka: Mısır'da batılı bir bayan, erkekler tuvaletine yönelir. Görevli, orasının erkeklere ait olduğunu ikaz eder. Kadın, “Niye, Ladin mi burda?” diye cevap verir.

Diğer yandan; İslâm düşmanı Haçlı artığı ve çıfıt Yahudi ile onların içimizdeki Haçlılaşmış-Yahudileşmiş köpeciklerinin sevincine diyecek yok...

Obama: Bin Ladin öldürüldü, adalet yerini buldu. ABD İslâm ile savaşta değil ve asla da olmayacak. Bu savaşı biz seçmedik. Müslümanları topluca katleden birine karşı bir savaş. Ladin islam dünyasının lideri değildi ki İslam'a karşı savaşıyoruz olsun.

Amerika İslam konseyi: El Kaide Lideri'nin etkisiz hale geterilmesi memnuniyet verici.

Rusya: Küresel terörrizmin bir numaralı isminin öldürülmesinden memnunuz.

Suud: Umarız terörle mücadeleye katkısı olur.

Pakistan: Bin ladin'in öldürülmesi El Kaide'ye büyük bir darbedir.

İngiltere Başbakanı Cameron: Dünya halkları rahat bir nefes aldı.

İsrail Başbakanı Netenyahu: demokratik halkların terörrizme karşşı zaferi.

Afganistan'a Amerika'nın atadığı kukla devlat başkanı Karzai: Taliban ders almalı.

İşbirlikçi Filistin yönetimi: Bin ladin'den kurtulmak önemliydi. Zihniyetiyle mücadele etmeye devam.

İlter Türkmen: Çok iyi oldu. Bir canavar.

Arınç: Müslümanların terörle ilintili olarak anılması rahatsız edici.

Davutoğlu-Dışişleri: İslamın terörizmle özdeşleştirilmesinden rahatsızız. Temörle mücadelede Uluslar arası dayanışmamız sürecek. Türkiye her zaman terörizme karşı çıkacak.
Türkiye'nin teröre karşı tutumu net ve açık. Masum sivillere zarar verenleri kabul edemeyiz. Bunları kınamışız. El Kaide'nin küresel alandaki eylemlerinin en yıkıcı neticesi, İslâm ile terörö arasında bir şşekidel irtibat kurulmasının müsebbibi olmaları, bunu istismar eden çevrelere malzeme vermiş olmalarıdır. Türkiye, Uluslar arası terörle mücadelede öncü olmuş bir ülkedir. Bundan herkes gerekend ersi çıkartsın. Türkiye, Uluslar arası terörre karşı işbirliğini sürdürecek. Bunlara karşı mücadelemiz sürecek.

Gül: Dünyanın en tehlikeli ve sofistike terörristinin bu ekidle ele geçirilmesi herkese ibret olamlı. Büyük memnuniyet duydum. Terör örgütleinini balarının sonu canlı ya da cansız, ölü ele geçirilmektir.

Cenaze denize atılmış...

Niye atılıyor? Hani İslami usullere göre defnedilmesine izin vereceklerdi? Öyle değilmiş de gemide İslâmî usullere göre kefenlenmişmiş... Niye ailesine veya müslümanlara teslim etmediler de denize attılar? Bir insan, ne olursa olsun, inancına uygun gömülmesi hakkı değil mi? Denize atmak, Amerikan vahşetine bir örnek daha. Neymiş, mezarı türbeye dönüşürmüş. Buraya geleceğiz, burası çok mühim...

Bizce şehadeti sevindirici. Şehid olmayı her mümin ister. Vadesi de yetmiş ki Allah'ın izniyle, Allah'ın en büyük düşmanları eliyle öldürülerek şehid olmuştur. Allah O'na şehadeti, en büyük düşmanları eliyle hediye etmiştir, nasip etmiştir. Böyle bir ölüm, ölen için bayram... Vadesi yettiği halde başka türlü de can verebilirdi, şehid de olmayabilirdi. Veya şehid olurdu da böylesi bir ihtişamla gerçekleşmezdi. En büyük düşmanın hedefi olmayabilirdi.

Obama'nın, ABD'nin İslâm'la savaşta olmadığı sözü ise yalan. İslam'a karşı savaşıyor olmak için, saldırılanın İslam'ın lideri olmasına gerek yok. Bir müslümana kasıtlı olarak, düşmanlık olsun diye zarar vermişsen, İslam'a savaşş açtın demektir. İslam ile savaşta olmak için daha fazla bir şey yapmaya gerek yok. Müslümanlar birbirinin kardeşidir ve herhangi birine verilmiş bir zarar, bütün müslümanlar tarafından kendilerine, müslümanlığa karşı yapılmış br saldırı olarak algılanır. Nasıl ki NATO ülkerlerinden birinden birine yapılmış bir saldırı bütün NATO ülkelerine yapılmış kabul ediliyor, müslümanlık için de aynı. Benim kardeşimi hedef alan beni hedef almış demektir, müslümanlığı, İslâm'ı hedef almış demektir. İslâm'a savaş açmış, müslümanlara savaş açmış demektir. Kaldı ki, sadece müslümanlara sadlırmak da gerekmez, herhangi bir mazluma yapılan saldırı dahi müslümanar tarafından kendisine, müslümanlığa karşı yapılmış olarak kabul edilir. Bir cana kıyan, bütün canlara kıymış gibidir zira.

Obama'nın bu ifadesi, gayet hileli bir şey. İçimizdeki ahmakları avlamaya ve Haçlıların İslâm'a karşı olan düşmanlığını perdeleyerek, onları, Haçlı saldırılarına karşı koymak üzere diğer kardeşlerine destek olmaktan alıkoymaya matuf... Bizi bölmeye, parçalamaya dair... Aramızda fitne çıkarmaya dair. Fitne budur işte, düşmana karşı birleşememek, ortak tepki verememek, savaşanı cephede yalnız bırakmak. Fitneci de düşmanın bu hilesine aldanan, düşman tuzağına düşen ve bunun farkında veya farkında olmayarak, duruşuyla, düşmana karşı yumuşak tavrıyla savaşanı yalnızlaştıran.

Süreç, fitnecilerle, münafıklarla, gerçek müslümanların ayrılmasına da hizmet edecek şekilde ilerliyor. İslâm, müslümanla kaim. Hayvanlardan da aşağı bir canavar, tecavüzcü bir sapık olan emperyalist şey, sen, müslümana saldırıyorsan, vatanımıza saldırıyorsan, malımıza saldırıyorsan, ırzımıza saldırıyorsan, yaşam tarzımıza saldırıyorsan, İslam'a saldırıyorsun demektir. İçimizdeki münafık ibirlikçilerin aksini ileri sürseler de böyle. Dinini, vatanını, ırzını, namusunu, yaşam tarzını işgale, talana, tecavüze karşı koruyan müslümanları terörist ilan edip, “terörle mücadele ederek, demokrasi getireceğim” diye saldırıyorsun ve sonra da bizi İslam'la savaşmakta olmadığına inandırabileceğini zannediyorsun! Müslüman ahmak olmayacağına göre, senin bu yalanlarına inananlar da senin finoluğuna can atan mürted ve münafıklardan başkası olmayacak. Ve bu süreç, bu savaş kaçkını, cihad kaçkını, şehidlik kaçkını, düşmanın, haçlının finoluğuna can atan mürted-münafık işbirlikçilerin deşifre olmasını ve nihayetinde aramızdan ayıklanması neticesini sağlayacak muazzam bir faydayı beraberinde getirmekte. Şehidlerimiz ve bu yolda dökülen kanlarımız bunu garantisidir. Bin Ladin'in şehadeti, mücadelenin stratejik merhalesi bakımından geldiği nokta itibariyle, hayatta olmasından çok daha büyük verime dönüştürülecektir. Kadlı ki biz müslümanız ve şehidlerin ölmediğine inananlarız. Şimdi o artık beden külfetinden de kurtulmuş olarak her yerde, dünyanın en ücra köşesine, düşmanın en gizli-saklı, korunaklı sığınaklarına varıncaya kadar taarruzlarını sürdürebilecek bir keyifyete kavuştu. Artık Beyaz İn'in koridorlarında nefesi hissedilecek. Yataklarından kâbuslar görerek fırlayacak, Ladin'in ellerini boğazlarında hissedecek, korkudan faltaşı gbi açılmış gözleriniz, boncuk boncuk olmuş terlerinizle nefesiniz kesilirken, doğduğunuz güne lanet okuyacaksınız. “Keşke dünyaya hiç gelmeseydim!” diyeceksiniz. “Adalet yerini bulmuş”... Öyle olmaya öyle ama Obama'nın iddia ettiğini tersi. Adalet bu kadar savaşmış büyük bir mücahidin hayatının şehidlikle taçlandırılmasıdır. Bizim inandığımız Peygamber de şehid olmuştu. O Peygamber'in sahabilerinin bir çoğu da şehid olmuş, şehid olamayanlar da şehidlik özlemiyle canlarını vermişlerdi. O, şehid olmakla, şimdi, Peygamberlerle beraber haşrolunacak. İşte adalet bu. Allah O'nu zamanının en büyük düşmanına düşman kıldı ve şehadetini de en büyük düşmanı eliyle hediye etti ki, şu mertebe büyüklüğüne bakın. Allah vaadini tutandır. Allah vaadinde, “Düşmanlarımı korkutana korku yok!” buyuruyor. Şehidimiz Ladin, Allah düşmanlarının zamanımızdaki en büyüğünü yıllardır korkudan tir tir tiretmekteydi. O, kâfirlerin korkması için Ladin'in isminin geçmesi yeterli olmaktaydı. Ladin'in ismini geçtiği yerde sesleri çatllaşmakta, benizleri sararmakta, tuvalete gitme ihtiyacı hasıl olmaktaydı nazik bedenlerinde. Akşam yatammakta ısrar eden şımarık çocuklarını korkutmak için, umacı masalları yerine Ladin'i anlatmaktaydılar. Çocukları, yatsınlar diye, “Seni Ladine veririm!” diye tehdit etmekteydiler. Birbirlerine berbat Ladin şakaları yaparak, kendi acziyetlerine gülmekte, böylece korkularını bastırmaya çalışmaktaydılar. Ladin tişörtleri, kupaları, hediyelikleri en çok satanlar arasındaydı. Şimdi O, artık ebediyyen korku ve kaygıdan uzak, ebedi huzur iklimine adım atmış bulunuyor.

Cesedini niye denize attılar? Cesedinden korkuyorlar. Öldürdüklerini aslında onlar da kabul etmiyor. Öldürmek, iradesini teslim almak demek değil. Savaşta öldürmekten maksat, düşmanın iradesini teslim alabilmek gayesiyledir. Oysa mücahidlerin iradesini teslim alabilmiş değiller. Müslümanların iradesini teslim alamadılar. O iradeyi teslim alamadıklarından dolayı cesedini yok etmeyi uygun buldular. Yani, aslında O'nu, O'nun iman ettiği dini yenemediklerinini, fikirlerine galebe çalamadıklarının bir itirafı bu denize atma hadisesi. Kendilerine güvenleri olsaydı, “alın cenazeyi” diyerek, müslümanlara teslim ederlerdi. Müslümanlara baş eğdireceklerine kendileri de inansalar, mezarının türbe olmasından korkmazlardı. O muazzam teknoloji, bu inanç karşısında mağlup oldu.

Sen, Haçlı-Yahudi Batı emperyalizminin katili, O'nun cesedinden korkuyorsun, korktuğuna göre o hâlâ yaşıyor ve sen, kendini bile O'nu öldürebildiğine ikna edebilmiş değilsin! Zira bu savaş O'nunla senin aranda şahsî bir dava değildi, bu savaş, bilakis İslam'la, bütün mazlumlarla emperyalizm arasında bir savaştı ve bu savaşta, Bin Ladin önemli bir kumandan olsa da, emperyalizme karşı savaşan savaşçılardan sadece biriydi.

Amerika Fetullah'la savaşta değil. Yukarıdaki gibi açıklamalar yapacak olan konseylerle, RTE ile, Davutoğlu'yla, Gül'le savaşta değil... Niye olsun ki? Onlar mürted-münafık, onlar işbirlikçi, onlar dini içten yıkmaya memur tayfası. Onlar, Allah'a değil de AB-D'ye, emperyalizme ram olanlar, iman edenler.

SİYASETE EMPERYALİST MÜDAHALE

Deniz Baykal'a kurulan tuzakla CHP'nin başına Kılıçdaroğlu'nun getirilmesinin üzerinden bir sene geçmişken, tam da seçimler arifesinde bu defa MHP Genel Başkan Yardımcılarından ikisi hakkında yeni bir kaset oyunu daha sahneye kondu. Emperyalizmi düşman olarak işaretleyen Deniz Baykal tasfiye edilirken, şimdi hedefte MHP var...

Türk siyasetini, şekli demokrasi oyunu üzerinden emperyalizmin nasıl biçimlendirdiğini göstermesi bakımından aşağıdaki haber dikkat çekici:

CHP'nin neden seçim öncesi alelacele ABD'ye heyet gönderdiği anlaşıldı.

JOHNS HOPKİNS'İN 2008 RAPORU:
DENİZ BAYKAL'IN YERİNE KEMAL KILIÇDAROĞLU GEÇECEK

Amerikan-İsveç merkezli Silkroad Enstitüsü'nün, Ekim 2008'de yayımladığı bir rapor, CHP'deki liderlik değişimiyle ilgili şaşırtıcı bilgiler içeriyor. Enstitü, Türkiye ile ilgili hazırladığı senaryoda tam iki yıl önce Baykal'ın yerine Kılıçdaroğlu'nun geleceğini ve CHP'nin politikalarının değişeceğini öngörmüş. Enstitü, 2008'deki raporda "Yeni CHP"yi " Avrupa tarzı sosyal demokrat bir parti" olarak tanımlıyor. Ulusal Kanal, Amerikan-İsveç merkezli Silkroad Enstitüsü'nün 2008'deki şok raporuna ulaştı. Enstitü'nün bağlı olduğu Johns Hopkins Üniversitesi, Amerikan derin devleti bağlı olduğu belirtiliyor. CIA'dan fonlanan üniversitenin uzun yıllar rektörlüğünü de Paul Wolfovitz yaptı.

Ekim 2008'de Svante Cornell ve Halil Magnus Karaveli tarafından yazılan "Türkiye: Laik ve üniter bir gelecek" adlı raporda Deniz Baykal'ın yerine Kemal Kılıçdaroğlu'nun geleceği öngörülmüş.

Deniz Baykal; CHP'den istifaya ikna edildiği sırada, AKP'nin ileri gelenleriyle ilgili yaygın yolsuzluk olayları konusunda kamuoyunun dikkatini çekmekte katkısı olan Kemal Kılıçdaroğlu ile yer değiştirdi.

Raporda dikkat çekici bir diğer nokta da, CHP'de Kılıçdaroğlu'nun ardından gelen program değişikliği. Silkroad Enstitüsü, "Yeni CHP"yi 2008'de yazmış.

"CHP yeniden Avrupa tarzı ve merkezi bir sosyal demokrat parti olarak ortaya çıktı. Partinin yeniden düzenlenmesi Avrupalı partiler, Avrupa Birliği kurumları ve Avrupa sivil toplum kuruluşlarının verdiği desteğe çok şey borçludur." CHP'li Milletvekili Onur Öymen, bu senaryonun, hazırlandığı dönemde kendilerine verildiğini açıkladı.

Dönemin CHP Lideri Deniz Baykal'ın bu rapora ne tepki verdiği ise merak konusu.

Raporun yazıldığı dönemde, CHP'de liderlik değişiminin lafı bile yoktu.

Emekli diplomat olan Onur Öymen, bu kadar isabetli bir tahmine rastlamadığını ifade etti.

Haber kısaca böyle ve gayet açık.

Bu haberi tamamlayacak iki not da biz ekleyelim. İlki, CHP'nin seçim bildirgesinden... CHP, Türkiye'deki Amerikan düşmanlığına karşı mücadele edeceğini, Amerikan düşşmanı Türk halkına beyan etmiş bulunuyor. Diğeri AKP'nin seçim bildirgesinden. RTE, yeniden iktidar olurlarsa, ABD ile ilişkileri geliştireceğini, sıkılaştıracağını Türk Milleti'ne taahhüt ediyor. Böylece AKP ile CHP aynı kulvarda buluşuyor, efendilerine hizmet adına aynı taahhüdü farklı kelimelerle beyan ediyorlar.

Kılıçdaroğlu'nun iktidara gelişi ABD kumpası da RTE'ninki farklı mı? İptal edilen Siirt seçimleri ve seçimler öncesinde ABD elçisinin YSK'yı ziyareti akıllarda değil mi? RTE de bir Amerikan projesi. Belediye Başkanlığı, hatta eski partisinin Beyoğlu İlçe Başkanlığı'ndan başlayarak Amerika, İngiliz ve Yahudi misyonları ile kurduğu ilişkilerle bu günlere geldi, getirildi. Alatonların desteğiyle. Aynı şekilde Abdullah Gül hakkında da eski partisinde dış işleriyle ilgilenirken, kendi istikbali için görüşmeler, hazırlıklar yaptığının deşifre edildiğine dair bilgiler aktarılmıştı. Bu konuda bir diğer şahit de Banu Avar. Avar, BBC temsilcisi olması hasebiyle, AB-D medya organlarından, kendisine, o zamanki Refah Parti'si içinde, daha üst basamaktaki yöneticilerle, partinin genel başkanıyla değil de özellikle RTE ve Gül'le görüşmek istediklerini ve bildiren talepler aldığını, talep eden gazeteciler adına randevu ayarladığını aktarmaktaydı.

Bu manzaraya göre artık CHP de tamamdır. Nasıl ki Akıncı Kasımpaşalı geçmişişyle RTE belli bir imajla piyasaya sürüldüyse, Dersimli Alevi Kılıçdaroğlu da paradigmanın kendi içindeki muhalefeti ve alternatif kanadı temsil etmesi bakımından gayet özenle seçilmiş bir figür.

Karşımızda böyle bir CHP ve AKP var...

Sonra, Saadet'e yapılan operasyon ve Yazıcıoğlu suikastini de bu tabloya ekleyelim...

BDP ile zaten aynı kulvarda yarıştıkları gibi, son olarak ABD'nin, PKK yöneticilerinin hesaplarını dondurmasını da bu minvalde değerlendirmek gerek. Böylece, PKK, AKP ile şu veya bu şekilde mutlak bir uyum içine girmeye zorlanıyor. PKK da AKP'nin kucağına itiliyor. YSK opereti de ya kontrol dışı bir gelişme veya bir pazarlığın unsuru ki nihayetinde ortada bir pürüz kalmamış durumda.

Öbür tarafta Ergenekon saldırısı ile zaten TSK ve ulusalcı kanattaki muhalifler Silivri esir kampına toplandı.

İsmailağa Cemaati içindeki sızma unsurların, “AKP'ye oy vermeyenler Ergenekoncular ile haşrolunacak!” yollu vaazlarla Mahmut Efendi'yi de bu ihanete ortak etmek istemeleri cinayeti zaten süregelen bir oyunun yeni perdesi olmaktan öte bir şey değil. Daha öncesinde Cübbeli Ahmet Hoca hedef alınmış, O'nun hakkında da kasetler hazırlanmıştı...

Eh, Kumandan Mirzabeyoğlu zaten yıllar öncesinden esir edilip yok edilmeye, mumyalanmaya çalışılıyor. Yıllardır bir hücrede yaşamaya mahkum edilmesi yetmezmiş gibi bir de Telegram'la saldırıya uğruyor ve bu şartlar altında bile ademe mahkûm edilmeye çalışılıyor.

Geriye ne kalıyor?

MHP!

Daha tam olarak kontrol altına alınamayan, yeni paradigmaya tam olarak uyumlu hale getirilemeyen MHP'ye karşı yürütülen kampanylar, MHP'nin medya operasyonlarıyla bölünmek istenmesi, bunda da en başı Fetullahî Örgüt'ün çekmesi, cemaat kimi kadrosundan kimi de vaziyeti bir hayvan hissiyatıyla koklayarak durumdan vazife çıkaran köpekliği iş edinmiş kalemşörlerin MHP'ye karşı aldıkları tutum, MHP'yi çekmek istedikleri çizgi ortada. Ve bu tezgahın, komplonun bir parçası olarak tam da seçimler arefesinde patlatılan kaset hadisesi.

Neticede MHP'nin iki Genel Başkan Yardımcısı partideki idarî görevlerinden ve milletvekilliği adaylığından istifa etmek zorunda kaldılar...

Hemen peşinen söyleyelim, böyle bir ahlâksızlığı, bu şekilde, kaset üzerinden, birilerinin haysiyetini, namusunu hedefe alarak şantaj ve tehditle politikaya yön vermeyi bir müslüman düşünemez. Bunlar gladyo marifetleri... Emperyalizmin işbirlikçilerine öğrettiği ve finolarının önlerini açmak için uyguladığı şeyler. Allahsız Batı medeniyetinin ahlaksızlığında neşvü nema bulmuş siyaset yapma biçimleri. Ve son birkaç yıldır politika bu ahlâksızlık üzerinden yürütülür ve böylece birilerine iktidar alanı açılırken, güya Türkiye demokratik bir ülke, bağımsız bir ülke ve sandıkta milletin iradesi tecelli etmekte.

İki insanın gizlide yaptığı, saklamaya çalıştığı, insan olmanın zaafından mütevellit günahlarını açığa vurmak ve bunun üzerinden politika yapmaya kalkmak kadar aşağılık bir şey olabilir mi? Bunun İslam ahlâkıyla uzaktan yakından alâkası olamaz.

Hz Ebubekir, yoldan geçerken gördüğü zina eden bir çiftin üzerine kendi giysisini örtmüyor mu? İşte, İslâm ahlâkı bunu gerektirirken, bir de gizlide olanı açığa vurmak ne demek?

Buna ses çıkarmayanlar, itiraz etmeyenler de bu ahlaksızlığa ortak, kimi oy, kimi şu, kimi bu derdiyle ortak...

Şimdi bu hadiseler karşısında mesul olan iktidarın, RTE'nin tavrına göz atmakta fayda var...

RTE, katıldığı bir toplantıda, “eline, diline, beline sahip ol!” ilkesini hazirun huzurunda dillendrdikten sonra, güya edep tavrıyla, “çok afedersiniz ama, beline sahip olamayanları görüyoruz!” diyerek, belaltı vurmaya devam ederken, bir de bunu edep olarak satmaya kalkıyor...

RTE, bulunduğu makam itibariyle, bu tür işleri örtmekle mükellef. Yani iki kişinin kendi rızalarıyla gizlice yaptıkları bir şeyin, hem meydan yerine dökülmesine mani ol(a)ma, hem de bundan kendine siyasi rant çıkartmaya kalk. Edep Ya Hû! O vebal, yani günahın alenileştirilmesinin vebali iktidar olması hasebiyle kendisine aitken, insan olarak, yönetici olarak bundan rahatsızlık duyması ve böyle aşağılık şeylerin ortaya dökülmesi karşısında büyük bir imân ve ahlâk hassasiyetiyle tavizsiz bir şekilde karşı durması gerekirken, bu ahlâksızlığı yapan, yani o görüntüleri çekip sonra da servis edenleri cesaretlendiriyor, onları teşvik ediyor, “gidin muhaliflerimin gizli saklı ayıplarını araştırın ki ben de sırıtarak, pişkince, bir de edepli görünmeyi elimden bırakmayarak ayıplarını yüzlerine vurayım da onları bertaraf edebileyim” demek manasını haiz ifadelerini serdederken, yüzündeki  şeytani zevk ekranlara yansıyor. “Afedersiniz ama beline sahip çıkamayanları gördük!” diyerek güya ahlak dersi veriyor. En büyük ahlaksızlık aslında budur. Bundaki ahlaksızlık, o fiili işlemenin yanında hiç kalır. “Şuyuu vukuundan beter” denilen şeyler bunlardır, iki kişinin gizlice yaptıkları bir şeyi böyle açığa vurmaktır. Şuyuunun vukuundanda beter olmasından daha da alçakça olanı, bir de bundan rant elde etmeye kalkmaktır.

Gizlice yaptıklarına göre, demek ki o iki kişi nefslerine uyarken hâlâ utanmaktadırlar. Ama bunu açığa vuran kişi, açığa vurulmuş olanı siyasî emelleri için kullanmaya kalkan kişi, o iki günahkar kadar olsun utanmamaktadır ki ağzına alabilmektedir. Başkasının tenasül uzvunu ağzına almaktan zevk alan bu belhüm adal soyuna diyecek bir şey yok aslında.

Ve bunun Amerika planlarıyla olan ilgisi...

Tabi Türkiye'deki siyasetin yönlendirilmesi, şekillendirilmesinde Amerikan tesirinini ne derece büyük olduğuna Vikiliks belgeleriyle bir kez daha şahit olmaktayız. O belgelerde, Amerika, RTE'yi dost ve desteklenmesi gereken unsur olarak taltif ederken bu cümleden olarak RTE için yeni bir medyanın oluşturulması gerektiğinden bahsediliyor... Bu bahsedilen medya oluşturulması operasyonunun nasıl gerçekleştirildiğini malum kabul ederek o mevzuuya girmiyoruz.

Anlıyoruz ki, medyaya servis edilen bu kasetler üzerine RTE'nin öyle konuşması tesadüfi değil; yeni paradigma yerleştirilmeye çalışılmakta. RTE'nin, “Afedersiniz ama, beline sahip olamayanların hallerini görüyoruz!” ibaresi ağızdan kaçırılmış bir cümle değil. Başını Haçlıların, Yahudi'nin çektiği medya operasyonları çerçevesinde RTE, en hafif ifadesiyle durumdan vazife çıkartarak, kendisinden bekleneni yapıyor, önüne atılan malzemeye dört elle sarılıyor, elalemin tensül uzvunu ağzına almaktan zerre imtina etmiyor, edemiyor. Vazifesi o, iktidara gelirken söz verdikleri, gizli anlaşmalarla karara bağladıkları üzere, eline tutuşturdukları, medya ile önüne attıkları ne olursa olsun, ağzına alacak, propagandasını bu yönde yapacak. Hak kılıfı altında ahlâk mefhumunun da ırzına geçilecek, Türk Milleti'ni millet yapan, bizi Haçlı Batı sürülerininin başına bela eden vasıflar birer birer yok edilecek ki ebediyyen mankurt kalalım. Millet olmaktan çıkıp, “Açık Toplum” olalım.

Böylece, Siyon Protokolleri icabınca, bir toplumu o toplumun en alt kademesindeki çapulcu tayfasının yönetmesi demek olan şeklî demokrasi hedefine ulaşılabilsin. RTE'nin böyle bir misyonu daha var ve bunun için çalıştığı, milleti yozlaştırmak için gayret ettiği de açık. Yoksa değil mi ki elalemin şeyiyle niye uğraşsın? Bu manzara, Siyon Protokolleri'nde yazanlarla birebir aynı. AKP'nin bu açıdan, yani Siyon Protokolleri açısından ele alınması, RTE'nin söz ve tavırlarnın bu belgeler ışığında analizinin yapılması şart.

Şu olur, bu olur. Nihayetinde emperyalizmin saldırıları ve belaltı vuruşlarına karşı uyanık olmak gerek. Öyle her söylenene balık gibi atlamamak, bu ahlâksızığa ortak olmamak, bu haysiyet cellatlığını reddetmek, oyunları bozucu olmak gerek.

Zoru zor, oyunu da zor bozar. Önümüzde  bizleri bekleyen zor günler var. Aşılmaz değil. Fitne belası çıktığı deliğe sokulamaz belki ama bıçağa yatrırılabilir, yatırılacak da! İşşte Felluce, işte Hindikuş, işte Trablus.

Ne demişti Kumandan:

“Akın başladı sürer
hangi kahpe düşleri saklarsa saklasın gece!”

Kahpelere ve kahpeliğe karşı bir olalım, birlik olalım. Emperyalizmin surlarına omuz omuza yüklenmenin zamanıdır!

BOZKURT

Bahçeli ile RTE arasındaki “Bozkurt” tartışması malûm...

RTE'nin, YGS skandalı üzerine protesto gösterisi yapan çocuklara karşı, “üzerinize on bin kişiyle geliriz” tehdidi üzerine, Bahçeli o çocukları sahiplenerek, “o zaman biz de bozkurtlarımızla sizi Taksim'den Kasımpaşa'ya kadar kovalarız” demişti.

RTE bu, durur mu, hemen demagogluğunu gösterdi, “Biz eşrefi mahlûklarla geziyoruz, siz hayvanlarla!” dedi ki, bu suretle, hem kendisini “bozkurt” olarak tarif eden ister MHP'li, ister MHP'li olmasın bütün Türklere hakaret ettiği gibi, diğer yandan da Türk'ün tarihinde önemli bir mitolojik unsur olan “Bozkurt”u hedef almakla, Türk tarihini de aşağılamış oldu.

Hadi diyelim ki kendisini “bozkurt” olarak tarif edenler, bu şahsi hakaret ve saldırıyı sineye çeksinler, RTE'nin seviyesine inip, onu muhatap alıp adam yerine koymaya kalkmasınlar. Ama, Türk'ün “kurtuluş”unun mitolojik bir figürü olarak remzleşen “Bozkurt”u hedef almak, topyekun bir milletin zihnini, geçmişini, kültürünü hedef almak demektir ki bunun da neticesi idrakleri iğdiş etmeye varır ve o Bozkurt olmadan, ne Anadolu olurdu, ne de o Bozkurt Anadolu'da bir su başında söğüt ağacına istihale edebilirdi.

“Kurtuluş” figürü olan “Bozkurt”u hedef almak, Türk'ü bir daha kurtulmamacasına düşmanlarına peşkeş çekmek isteyenlerin harcı olabilir ancak.

“Allah'ın seçtiği kurtulmuş millet” davasına yol verici mücerret bir figür olan Bozkurt'a saldırı, istihale ettiği “söğüt” remzini de dezenforme eder ki, Bozkurt, vasıta olduğu gaye bakımından dünyalar çapında bir kıymeti haizken, bu kıymeti aşağılamak, horlamak, itibardan düşürmek, Türkleri geçmişinden utanmaya icbar etmek, en kahpe düşmanın bile yapamayacağı bir hıyanet işidir ancak.

Şimdi birileri çıkıp, “Bozkurt putperestlikten izler taşıyor!” diyebilir ama burada müşahhas bir hadise üzerinden konuştuğumuz aşikar. Şayet Bahçeli, Bozkurt'u, vasıta olduğu gaye noktai nazarından tecrit etmiş olarak, sırf kendi kendinden ibaret bir figür olarak ele almış olsaydı, Bahçeli'ye karşı bu itiraz kabil olabilirdi ama bu itiraz bile RTE'nin yaptığı şekilde Bozkurt'a hakaret ederek olmazdı. RTE'nin hakaret dolu ifadelerindeki ihaneti baki...

Allah, hainleri ve münafıkları sevmez.

BİR BEBEK KATLEDİLDİ

Samsun'da, açlıktan dolayı şehid olan 2,5 aylık bir bebe...
Hani hatırlayacaksınız, bundan 3 ay kadar önce ölü bedeniyle günahlarımızı yüzümüze tüküren bir bebek haberi düşmüştü ajanslara da, ölüm raporu, “açlıktan öldü” diye tutulmuştu...

“Vay sen misin bu ülkede bir bebeğin açlıktan öldüğünü söyleyen!”, raporu tutan polisler AKP'nin hışmına uğramış, sürülmüşlerdi yerlerinden.

Oysa...

Ölüm raporu o şekilde tutulmalıydı, ölü bedeniyle günahımzı yüzümüze tüküren o bebenin raporuna başka bir şey yazılmalı, “yağmur yağıyor Ya Rabbi şükür” denilmeliydi.

Şimdi ise RTE tutmuş, saklayamadığı, gizleyemediği bu cinayet karşısında, pişkinliği ele almış, utanmadan, arlanmadan, “ne var bunda, olabilir böyle şeyler!” diyebiliyor. Ey insanlık iddiacısı, ey yaratılanı yaratandan ötürü sevdiğini iddia eden mana dolandırıcısı, o çocuk yerine sen kendi çocuklarını koy bakalım, o ana baba yerine de kendini. Koyamıyorsun... Koyabilsen böyle diyemezdin... Dilin varmazdı, utanırdın... Keçeleşmiş yüreğin gerçekten biraz yumuşardı belki de ilk defa gerçek göz yaşı dökebilirdin belki.

Bir cinayet işlenmiş, bir bebemiz şehid edilmiş, sebep olanların yüzünde ise zerre kadar ıstırap yok, acı yok, hüzün yok, mesuliyet yok, pişmanlık yok; en önemlisi de utanma yok utanma... Oysa aynı gözlerin, işlerine geldiği yerde, başka canlar için ağladığını, ağlar gibi yaptığına şahit olmadık mı? Demek ki, o ağlamalar da sahteymiş, yalanmış, riyaymış. O ağlamalar, “gözyaşına hükmeden melundur” hikmetinden, hükmünden hisseleri olduğuna delalet etmekteymiş.

Bir bebek katledilmiş, katilleri ise sırıtmaya, oy istemeye devam ediyor.