sancak yine salınsın

o burçta

devir putlarını çağın

bir vuruşta

yaman ol yine yaman

-dileyene kadar aman-

hesap soruşta. (S.M. Aydınlık Savaşçıları'ndan)

21 Mayıs 2011 Cumartesi

METİN YÜKSEL’İN ŞEHADETİ VE MHP

Akşam yazarı Nagehan Alçı, MHP’ye yapılan kasetli saldırının, saldırganın ne denli rezil ve aşağılık bir mahlûk olarak görülmesine yol açtığını, belhüm adal yüzünü açığa çıkardığını ve bu saikle de komplonun geri tepmeye başladığını görmenin korku ve paniğine kapılanların kulağına üflediği yeni malzemesini kaleme almış. Alçı, böylece, MHP’yi baraj altına itme komplosunu yeni bir mecraya çekme hamlesinin kullanılan kalemi oluyor.

Alçı’nın, 10 Mayıs tarihli mezkur yazısı şöyle:

Metin Yüksel cinayeti ve İhsan Barutçu

Siyaset 18+ bir hal almaya başladı değerli okurlar. Her sabah 'bugün hangi
MHP'linin seks görüntülerini izleyeceğiz?' sorusuyla güne başlar olduk.
Böyle bir şantaj sopası, böyle bir röntgen siyaseti çok yanlış değil mi? O
yasadışı çekimlerle ortaya çıkan manzara hayli problemli olsa da siyasetin
yatak odaları üzerinden gitmesi kabul edilebilir değil. Belli ki birileri
MHP'ye vurmaya çalışıyor. Ancak... Eleştiri böyle mi yapılır?
***
Ben size bugün farklı bir şey anlatacağım. Son günlerin 'kaset kahramanı',
MHP İstanbul İl Başkanı İhsan Barutçu ile ilgili bir şey. 10 yıldır il
başkanlığı yapan, parti içinde büyük iktidar sahibi olan İhsan Barutçu ile
ilgili. Kaset maset değil, bu şahsın başka bir meselesi. Asıl tartışmamız
gereken nokta...
***
Ülkücü camia içinde güvendiğim kaynaklar İhsan Barutçu ismini duyunca kaset
değil 23 Şubat 1979 gününü hatırlıyorlar. Metin Yüksel'in öldürüldüğü günü.
Çünkü bu cinayeti Barutçu ile beraber bir arkadaşının tertiplediğini iddia
ediyorlar.
***
Metin Yüksel 80 öncesinin önemli İslamcı gençlik önderlerinden biriydi.
İstanbul'daki Fatih Akıncılarının lideri... O dönem MSP İstanbul İl Gençlik
Kolları Başkanı olan Tayyip Erdoğan'ın dava arkadaşı ve yol arkadaşıydı aynı
zamanda.
***
Yüksel bir cuma namazı çıkışı Fatih Camii avlusunda bir pusuyla katledildi.
Akıncılara yönelik planlanan ilk büyük cinayetti bu. Muhtemelen amaç,
ısrarla silahlı terör eylemlerinden uzak duran İslamcı gençliği de bu kan
döngüsüne dahil etmekti.
İddiaya göre işte şu an MHP İstanbul İl Başkanı olan ve kasetle gündeme
gelen İhsan Barutçu, Metin Yüksel'in katil zanlılarından biri. Metin Yüksel
cinayetinden yargılanmış, mahkum olmuş ve 1991 affına kadar da bu suçtan
hapis yatmış. Cinayetin görgü tanıkları İhsan Barutçu'nun bu cinayeti bir
arkadaşıyla beraber organize ettiğini söylüyorlar. Bu tanıklardan biri de
Yüksel'in katledildiği sırada yanında olan arkadaşı Mehmet Ali Tekin.
Tekin'e göre Barutçu'nun ortağı tetiği çekmiş. Tekin bunun üzerine müdahale
etmeye kalkışınca İhsan Barutçu Tekin'in sırtına silah dayamış ve 'Sakın
davranma' demiş.
***
Bugün Türkiye'nin en köklü partilerinden birinin İstanbul il başkanı ve
milletvekili adayından bahsediyorum. Bu çok ciddi bir iddia. Bir an önce şu
soruların yanıtları açığa çıkmalı: Barutçu,  Yüksel cinayeti planlarının
içinde miydi? Cinayetten yargılandı ve ceza aldı mı? Bu cinayetin üstü
örtülmeye mi çalışılıyor?
***
Bir de başka mesele var: Yüksel'in yakın çevresine göre bu cinayeti
planlayan Özel Harp Dairesi'ydi. O halde İhsan Barutçu Özel Harp Dairesi'ne
mi çalışıyordu? Öyleyse çok vahim çünkü o zaman şunu da sormamız gerek:
Hani MHP tüm bu karanlık işler ve illegal aktörlerle bağlantısını kesmişti?
İstanbul İl Başkanlığı gibi bir makama bu yapılarla bağlantılı birini
oturtabiliyorsa bu ne perhiz bu ne lahana turşusu?
***
Kasetle, bel altı vuruşlarla siyaseti kirletmek ahlak dışı. Gelin MHP'yi
tartışacaksak bunlar üzerinden tartışalım...
Not: Cevap vermek isterse köşem İhsan Barutçu'ya açıktır.

Müflis bakkal eski defterleri karıştırır diye boşuna dememişler…

Alçı’nın karıştırdığı-karıştıttırılan defterlere gelmeden önce, Türkiye’de zaten iflas etmiş olanın yerine yeni bir paradigma ikame etme sürecinin bir parçası olarak AKP’nin iktidara getirilme ve Ergenekon saldırılarının gayesini anlayabilmek için hadiselerin perde gerisine derinlikli bir göz atmak gerek. İster Ergenekon isterse bu kaset komplosu, ikisi de son tahlilde bu sürecin parçaları olarak Türkiye’de yeni paradigmayı yerleştirmeye çalışan emperyalistler tarafından kullanılan-kurgulanan süreçler. AKP ve Fetullah da bu süreçte yeni paradigmayı temsil eden unsurlar. Meseleyi, meselenin isteği derinlikte ve şuur seviyesinde ele alabilmeli, ağacı değil de ormanı görebilmeli ki taşlar yerli yerine oturabilsin.

En geniş ve derin perspektif olduğunu düşündüğümüz manzara:

“Makine eski beşerî muvazeneleri silip süpürür, el işi ve sanat emeğini çürütür, sınıflar batırır ve sınıflar çıkarır, bilhassa ‘mavera-ötelere bağlı’ itikadları pörsütürken, şaşkın insan ruhunda alabildiğine putlaşmış ve insan yapısı olduğunu unutturarak yeni bir insan yapma kudretinin sahibi zannedilmiştir. Makinenin doğurduğu buhran, ona haddini bildirecek, onu zabt ve teshir edecek, hükmü altına alacak bir imân hamlesini davet ettiği halde bu hamle gösterilemedi, gösterilemeyince de putun şımarıklığı arttı; ve Almanya’da filozof Heidegger’e, ‘sıkıntı felsefesi-buhran felsefesi’ mektebini kurduran bu vaziyet, Batı dünyasını bunalımdan bunalıma sürükleyerek İkinci Dünya Savaşı’na kadar geldi. İkinci Dünya Savaşı, faşizma ve nazizmanın, Batı dünyasını yeni bir ruh müeyyidesine kavuşturma, Greko-Lâtin medeniyetini yeniden eserine hâkim kılma hamlesidir ve basit siyaset plânında nasıl başlayıp nasıl bittiği malûmdur.” (SM, Büyük Muzdaribler c: 3, s: 350-351, İbda Yay. 2004)

Şimdi, bu derinlikli analiz, tahlil ve teşhisten sonra, gelelim bu günleri o derinlikli analize bağlayan ve basit siyasi oyunlar olarak gözüken hadiselere…

Kendi buhranına çare ararken dünyayı da ateşe veren Batı… SSCB’nin de tasfiyesiyle, kendi içinde de zıt kutup kalmayacak şekilde, ipler, Batı’yı güden Yahudi-Evanjelik Hıristiyanların eline geçti. Bu klik, dünya hakimiyetini kurma ve ilahlığını en baş düşmanı İslam âlemine de kabul ettirebilmenin ilk adımı olarak 91 senesinde Irak’a saldırmak suretiyle yeni Haçlı-Yahudi saldırılarını başlatmış oldu.

91 Haçlı saldırısında Özal hain-işbirlikçisinin durumu malûm ve buna karşı İBDA’nın tutumu da. Ve bu karşı koyuşa istinaden İBDA Mimarı’nın şahsını hedef alan polis operasyonu, işkence ve hapislik de…

Dünya tablosu bu minvalde şekillenirken, bu tabloya itiraz ederek kendi nizamını teklif eden unsurlardan olarak ‘Akıncılar-İBDA’nın, Mirzabeyoğlu’nun şahsında tavrı apaçık.

İBDA-Akıncılar, 80 öncesi, çift kutba ayrışmış olan Batı’nın kapitalist ve sosyalist markalı emperyalizminin kuyrukçularına karşı mücadelesini verirken, 80 sonrası da aynı samimiyet ve kararlılıkla anti-emperyalist mücadelesini ortaya koymuştur.

80 öncesi “Akıncı” adını ilk ortaya atan, “Akıncılar”ın babası Salih Mirzabeyoğlu, 80 sonrasında hareketinin adını misyonunun ifadesine daha uygun bir ibare olarak ve Akıncı geçmişine de sahip çıkarak İBDA olarak adlandırmıştır. Akıncılık, İBDA’da mündemiçtir. İBDA ve Mirzabeyoğlu olmadan Akıncı geleneği sahiplenmeye kalkmak ve Akıncılığı anlamaya çalışmak, en hafifinden kendini kandırmak olur. Ucuz bir üç kâğıtçılık, göz boyamacılık eliyle büyük bir sahtekârlığa kapı açmaya kadar gider.

Ki, N. Alçı’nın, farkında olarak veya olmayarak vesile olduğu da budur. Telif hakkı sahibi ortada dururken, onu görmeden Akıncılar’ın meselelerini ele almak fikir namusuna sığmaz bir kere.

Yukarıda aktardığımız şartlar içerisinde gayet öne çıkmış militan bir figür olarak Metin Yüksel’in de kendisine yer bulduğu Akıncılar içerisinde, ayrıca RTE’nin esamesi okunmamaktır. O dönem Kasımpaşa Akıncıları içerisinde faaliyet göstermiş bir gönüldaşımızın şahitliği-ifadesi şöyle: “Ne zaman bir eylem, gösteri olsa, pankart asmaya, yazılamaya çıksak, tehlikeli bir iş olsa, RTE ortadan kaybolurdu. Nerede üç beş kişi birikmiş görsek, başlarında RTE’yi onlara nutuk atarken bulurduk.”

Alçı’nın, RTE’nin adını, yiğitliği dillere destan Metin Yüksel’in adı ile beraber anarak, RTE’ye olmadığı manaları yükleme çalışmasına da bu şekilde mani olduktan, hakikatin namusunu kurtardıktan sonra… Zira, ne yapılıyorsa bu sahte görüntü üzerinden yapılıyor. RTE’den yeni bir Keşanlı Ali imal ediliyor.

Evet, o günkü şartlar içersinde Akıncılarla, Ülkücü ve Solcular arasında çeşitli çatışmalar oldu, taraflardan ölenler de vaki…

Evet, Yüksel’in şehid edilmesinde İ. Barutçu’nun dahli olabileceği gibi Barutçu bu eylemi o günkü şartlarda gladyo-emperyalizmin uzantılarının yönlendirmesiyle icra etmiş de olabilir.

Ama…

Dediğimiz gibi, Akıncılık-İbdacılık, anti-emperyal olmayı gerektirir. Bu gün, emperyal emeller çerçevesinde, İ. Barutçu şahsında hedef tahtasına oturtulan MHP gibi gözükse de, yukarıdan beri izah edegeldiğimiz büyük resim içerisinde, temel hedef, MHP’yi de dizayn etme teşebbüsü üzerinden topyekûn İslâm âlemidir. İslâm âlemini dizayn edebilme yolunda kendilerine mani gördükleri MHP’yi istedikleri şekle sokma, mani olmaktan çıkarma gayretidir.

Barutçu geçmişte bu tür ilişkilere girmiş ve bu eylemi gerçekleştirmiş olabilir ama İBDA, gerçek Akıncılık, emperyalizmin saldırısı üzerinden kendi hesabını görecek kadar küçük değildir. Biz biliriz ki, böyle bir hesap görmek, hesap görmek olmayıp, geçmişte muhataplarımızda eleştirdiğimiz hatalara bizim düşmemiz ve emperyalizm adına iş görme pozisyonunu kabullenmekten başka bir şey demek değildir.

İBDA, dün olduğu gibi bu gün de emperyalizmin oyununu bozan misyonu icabı, emperyalizmin saldırdığına, “bir de ben vurayım” demez. Bilakis, Saddam misalinde olduğu gibi, emperyalizme karşı duran kim olursa olsun, geçmişi ne olursa olsun, bu duruşa destek olmuştur. İBDA’nın tertemiz geçmişini, mücadelesini bu şekilde istismar ederek emperyalizm menfaatine kullanmaya kalkanlar, Alçı gibi bir tıfıla kaldı anlaşılan. Alçı ne yapsın, kulağına fısıldananları aktarmış ve o fısıltıların yazarlık şehvetini körüklemesiyle, kızışmış kalemini çalakalem kağıda bandırıvermiş. Fısıldayanları ve fısıldatanları görmek gerek asıl… Alçı’nınki ise düpedüz fikir zinası neticesi, tesir edenlerin eserini vermekten ibaret.

Şimdi…

Madem Akıncılar’ın hakkı mevzubahis, sen bırak eski defterleri karıştırmayı da, bu gün, halihazırda, Akıncılar’ın babası Mirzabeyoğlu’na, emperyalizm, en dehşetli ve sofistike silahlarıyla saldırmaya, en ağır ve zalim işkenceleri yapmaya devam etmekte; hem de RTE iktidarının kontrolü altında… Derdimiz acındırma değil, biz düşmanı biliriz ve ondan her şeyi bekleriz. Mesele, Alçı gibiler, mevzuun ancak kendilerine fısıldanan kadarına vakıf olduklarından, kullanılmakta olduklarının bile farkında olmadan, böyle içler acısı duruma düşmekteler; mücerret insan keyfiyetinin çekildiği çukur itibariyle yazık.

Emperyal saldırganlıkla işbirliği yapan Akıncı-İBDA kaçkınları-hainleri iktidarda ve Akıncılar’ın babasına -mânâda babalarına- işkence yapmaya devam ediliyor. O’nu yok etmeye, susturmaya çalışıyorlar. Eh, o şartlar altında mücadelesini vermeye devam eden Mirzabeyoğlu; Telegram’la meşgul edilerek, mücadeleyi aktüel şartları içerisinde istediği gibi ele almaktan alıkonulması hasebiyle, Telegramcıların, bir nebze de olsa amaçlarına ulaştıklarını söyleyebiliriz. Alçı da, emperyalizmin hedef tahtasına oturttuğu diğer birileri karşısında, Mirzabeyoğlu’nun geçmişini bu gününe karşı kullanmak üzere ele alıp, bir nevi kitlesel Telegram yapmak arzusuyla, “MHP’ye karşı olmak öyle olmaz, böyle olur” demekle, güya meseleye vakıf olarak, daha dünkü çocuk haline bakmadan, kulağına fısıldananların şehvetiyle etrafa akıl vermeye kalkıyor. Hadi buna ergenliğin kızgınlığı diyelim; Alçı’nın zatını bu haliyle en fazla bu kadar ciddiye alabiliriz; ama fısıldananlar, gayesi bakımından ciddi.

1-Akıncılar-İbdacılar’ın derdi, zat değil, fikir… Zat da vesile olduğu fikir etrafında kıymete değer. Ülkücüler de o günkü konjonktür, şartların objektif tahlili içinde, emperyalizmin kullandıkları cümlesinden bir mânâ halkası içinde mütalaa edilmesi gereken olarak mevzubahis, “tavır”a konu…

2-Akıncılar-İBDA’nın bu günkü tavrı da emperyalizme karşıdır ve İbda Mimarı bu tavrından dolayı zindana atılmış, tek kişilik hücreye konmuş ve son 9 yılı Akıncı kaçkınlarından,hainlerinden müteşekkil AKP iktidarında olmak üzere, emperyalizm ve işbirlikçileri tarafından yok edilmek, en azından susturulmak istenmekte, bunun için de makinenin en son terakkisi ve insan üzerindeki tahakkümünü perçinleyecek teknoloji olarak gösterilen Telegram cihazları kullanılmaktadır.

3-Mirzabeyoğlu’nun kendi deyimiyle, kendisini ademe mahkûm edebilmek için bu teknoloji ile adeta mumyalanmakta ve diri diri mezara gömülmeye çalışılmakta. Adeta her an ölüp dirilerek, bir Anka Kuşu hayatı yaşamakta. Metin Yüksel bir kez öldü, Mirzabeyoğlu her an yeniden öldürülüyor.

4- Mirzabeyoğlu’nu her an bir daha öldüren bu caniler, onu hedef almaktaki gayeyi tahakkuk ettirmek maksadına matuf olarak, bu defa MHP’yi şekillendirmek, yeniden dizayn etmek üzere harekete geçmişler, ve bunda da, tıpkı Telegram’da Mirzabeyoğlu’na yaptıkları gibi en adi metodları kullanmaktan imtina etmemişlerdir.

5-Mirzabeyoğlu, Telegram’da kendisine saldırtılan mahlûklar için “NYMPHA” tabirini kullanmakta ki bunların bariz vasfı ağızlarının gayet bozuk oluşu. MHP’ye saldıran RTE, Nympha’larla aynı soydan olarak, diline-ağzına bir türlü sahip olamamakta, elalemin tenasül uzvunu ağzına almaktan, diline dolamaktan bir türlü vazgeçememekte. Birilerinin gizlide yaptığını o açıkça ağzına almakla, milyonların önünde defaatle dile getirmekle, bu işten zevk aldığını göstermiş, bu iğrenç zevki milyonların tiksintisine yol açmış, bir de kendi etrafındakilerin kasetlerinin gündeme gelmesi ile röntgencilik politikası ters tepmeye başlamış ve neticede Alçı’ya malum bilgiler aktarılmış. Böylece, bozgunlarını geri çevirmeyi hesaplamaktalar.

6-Suret-i Hak’tan görünerek tezgâhlanmaya çalışılan bu bozgunu geri çevirme hamlesi, en adinin bayağısı bir istismardan öteye gitmeyecek ucuz bir taktikdir.

7-Düşmanın bütün hilesinin, bu, “Suret-i Hak”tan gözükme üzerine olduğunun farkındayız. Algılarla oynama, kitlesel telegram, hipnoz ve mumyalama, düşmana karşı koyamayacak hale getirme, başka vasıtalarla oyalama, idrakleri iğdiş etme… Adamına göre, hangisi ne derece tutarsa…

8- Teknolojik cihazlarla beynin kontrolü diye tarif edebileceğimiz Telegram’ın geniş manası, algılarla oynamak, hedef şaşırtmak, düşmanın kendisini tanınmaz kılması ve idrakleri iğdiş etmesi neticesi istediği gündemle bizleri oyalayabilmesi. Asıl buğz ve düşmanlık hedefimiz…

9- Mânâları es geçip suretlere takılanlar, o mânâların ilk tesbit edildiği konjonktürel devir içerisinde o mânâların şahıslarında tahakkuk etmiş olması saikiyle işaretlenen şahıs ve zümrelerden başkasını göremez. Bunların tecrid kabiliyeti düşük veya körelmiştir. Mânâların kendilerine öğretilmek üzere örnek verilen, işaretlenen müşahhas şahıslardan ötesini göremediklerinden, şahıslar değişir ama onların düşmanlıkları, düşman belledikleri şahıs ve kurumlara bağlı kalır; bu şahıs ve kurumlar ortadan kalksalar ve tamamen farklı karaktere bürünseler bile. Eskiden hesap sormak adına, yeni tezgahlara düşüverirler. Oysa şekil değişse de düşman asılda aynıdır ve zaman içinde düşman da kendini yenilemektedir. Düşmanın yenilenmesi karşısında yenilenemeyenin, asıl düşmanı yeni suretleri içerisinde teşhis edemeyenin düşmanlığı, ideolojik-fikri olmaktan çıkıp, psikolojik bir keyfiyete bürünmeye başlar. Bu, bir doktorun, hep aynı mikropla mücadele etmek istemesi gibidir ki onun tedavi ve mücadelede varlığı aslında düşmanın o şekilde varolmaya devam etmesine bağlıdır.

10-Düşman, karşısındakinin bu psikolojisini bildiğinden, tecrit kabiliyeti düşük şahısların, düşmanını, fikir değil de şahıs üzerinden tanıdığının farkında olarak, gayesine ermek için eski defterleri karıştırıp, eski hasımlıkları körükleyerek, bu hasımlıkların kendi istediği şartlarda yeniden gündeme gelmesini sağlamaya çalışır. Psikolojimize, duygularımıza saldırır, fikrimizi, aklımızı manipüle etmeye çalışır. Kendinin esas hasım oluşunu perdelemeye kalkar ve hatta bize eski defterleri hatırlatmakla dost görüntüsü vermeye bile çalışacaktır.

11-İnsanoğlunun ekserisi, tecrit kaabiliyetinin eksikliğinden, mücadele etmeyi, suretlere karşı olmak zanneder. Bu aslında bir nevi putçuluk, putçuluğun tersinden yaşatılmasıdır.

12-Akıncı-İBDA mücadelesinin hedefi tam bağımsızlık ve metodu da anti-emperyalizmdir. Bu gün emperyalizmin gayelerine hizmet edecek şekilde eski hesapları ortaya dökmek, ancak, Akıncılığı anlamadan zamanın şartları icabı bir şekilde Akıncılar içinde görünmek işine gelmiş istismarcıların işidir. Onlar, bu günün modasına uyup, mürted-münafık işbirlikçi takımı olarak, efendilerinin çıkardıkları çizmeleri giymiş ve Akıncı babaları Mirzabeyoğlu’na saldırıp yok etmeyi efendilerinin kendilerine verdiği görev olarak yerine getirmeye devam etmekteler.

13-Mirzabeyoğlu’nun bu davanın remz şahsiyeti olması hasebiyle, O’na karşı yapılan saldırı ve düşmanlık, davaya yapılmış olur. İçeriden gelip-görünüp düşman olan da mürted.

14-Hani bunlar, yaratılanı Yaratan için seviyorlardı? Yaratan’ın kitabında, yaratılanın kusurlarını örtmek var, açığa vurmak değil. Yaratan’ın kitabında, bir insanı hücreye atıp, yıllarca yok etmek için öldürür öldürüp diriltmek var mı? Yaratan’ın kitabında, bir insanı bu şekilde ademe mahkûm etmeye çalışmak, mumyalamak var mı? Diri diri mezara gömmek? Yaratılanı Yaratan’dan dolayı sevmek, ancak, Yaratan’ın gönderdiği kitab mucibince olabileceğine göre, bunlar, o kitabın hükmüne karşı savaşan Haçlıların işbirlikçisi olarak söylediklerinin hepsi yalan, riya, üç kağıt. Yaratan’ın kitabında bunlar için kaydedilmiş cezaları tatbik etmek de, asıl, yaratılanı Yaratan’dan ötürü seven bizlerin boynunun borcu.

15-Gündemimiz emperyalizm. Esas hasmımız o… Emperyalizm, MHP üzerinden oyun-kumpas kurmaya kalkıyor. Buna karşı durmak, bu oyuna düşmemek, bu tuzağı bozmak da boynumuzun borcu.

16- N. Alçı’ya, “Metin Yüksel şehadetini ısıt, gündem getir!” diye fısıldayanlar yine hüsrana uğrayacaklar ama ne yapalım, bizim de işimiz bu; oyunlarını bozmak…

17-Batı’nın, “Allah”lık davasından başlayarak, Mirzabeyoğlu’nun yok edilmesi ve esas hasmın plânlarına bir şekilde takoz olan bütün muhalefet unsurlarının bir şekilde yoldan kaldırılıp kontrol altına alınması gayeli ve tek merkezden yürütülen saldırılarda, saldırgan-esas hasım, bizleri birbirimize düşürüp işini kolaylaştırmak istiyor. Hani “ustalık” dönemleri ya, göreceğiz.

18-Batı’nın “Allah”lık davası ve bunu kabul edenlerin çeşitli isimler altında -Eşbaşkan vs.- kendilerini ifade etmeleri yanında, büyük velinin, “taptığınız ayaklarımın altındadır” sözünden ilhamla, taptıkları ayaklarımızın altındadır. Her “salat-ı vitir”de okuduğumuz Kunut dualarımızla sabit ki, bu Allahsızların, Allahları Batı olmuşların düzenlerini başlarına yıkmaya yeminliyiz!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder