Gidişatın -emperyalizm için- iyiye olmadığı açık...
Kan değerlerinden “dolar”daki bu hızlı yükseliş, tedirginliğe sebep olmakta… Merkez Bankası müdahalede bulunuyor, doları düşürelim istiyorlar. Anlaşılır bir tavır. Anlaşılmayan ise, asıl yapılması gereken müdahaleyi yapmaktan kaçınarak, hastayı gerçekten tedavi etmek yerine, durumu stabil tutmaya çalışmanın daha ne kadar süreceği; sürmeyeceği…
Mevcut şartlar, eldeki teknik imkânlar çerçevesinde, hayatımızı bundan öte kapitalist-liberal sisteme bağımlı geçiremeyeceğimiz görülmüyor, hâlâ kabul edilmiyor. Bütün alınan tedbirler, atılan adımlar, liberal-kapitalist sistem ebediyen devam edecek inancına göre ayarlanmış; ölü sanki canlanacak da, biz de ona entegre olarak yaşamaya devam edeceğiz. Tabi buna yaşamak denirse…
Liberal-kapitalist sistemin nasıl çarpıklıklara sebep olduğu ortada… İnsanların mutluluğunu hedefleyen iktisat, liberal-kapitalist zihniyetin elinde, insanlığı felâketlerden felâkete sürüklemekte... İnsanlığın liberal-kapitalist anlayışla sürüklendiği bu felâketler bir tarafa, sistemin kendisi ve işleyişinin temel parametresi olarak kabul edilen “Batı”nın kendi içindeki, “Batı”daki iflas bedahet. Batı dahi artık bu işin daha fazla bu şekilde gidemeyeceğini görmüş ve zaten finans kurumlarına yapılan müdahalelerle temelde liberal sistemin öldüğü kabul edilmiş. Yapılan, kapitalizmin durmuş kalbi liberalizme kalp masajı yapmak, vücutta belli noktalara toplanıp organların çoğundan çekilmiş kan ihtiyacını, dışarıdan kan nakliyle karşılamak suretiyle kapitalin, kapitalistin hayat bulduğu bünyeyi kurtarmaya çalışmak. İyi de mesele kan eksikliği değil ki; bünyedeki kanın, kapitalin beli yerlerde, belli ellerde toplanması, bünyenin kansızlığının sebebi bu. Bu hastalığı tedavi etmek yerine, hariçten toplanan kanı vücuda pompalamakla nereye kadar? Tabi bunun bedelini de ödeyecek olanlar belli, yine toplumun en alt tabakasındaki kesimlerinden alınacak kan, kapitalistin cebine aktarılacak. Sadece onlar mı? Kapitalist-liberal sistemin emperyalizmle mümkün olması saikiyle de, Batı, bu çöküşten kurtulmak için sömürmeye yönelecek, daha çok sömürmek isteyecek. Bu da yeni savaşlar demek. Ki, işte aslında 91’den bu yana yaşanan, Haçlı sürüsünün Irak’a saldırısı ile kapısı aralanan süreç de buna dairdi. Tabi, adamlar apaçık, “sizi sömüreceğiz, bize kanınız lazım!” demediler. “Sizi demokratikleştirmemiz lazım!”, “Sizi bu gerilikten kurtarıp, çağdaş dünyaya layık kılmak lazım, bu bizim medeniyet götürme misyonumuzun bir gereği!” diye çığlıklar atarak geldiler.
Batı’nın kendinde, kendinden başkalarını medenileştirme misyonunu görmesinin ne gibi felâketlere yol açtığına yüz yıllardır şahid olmamıza, bizzat bir zamanlar bizi dahi medenileştirmek için harekete geçmiş olmalarına karşılık, top-tüfekle bu medeni görünümlü sırtlanları bu topraklardan kovmuş olmamıza, “tek dişi kalmış canavar” diyerek yaftalamamıza mukabil, içimizden çıkan birileri yine bu yalanlara kanıp, Batı projelerinin bir parçası olmaya can atmakta.
Kimi Papa’nın Dinler Arası Diyalog projesinin bir parçası, bu misyona hizmet eden biri olmaktan gurur duyduğunu ilân etti, kimi de “BOP’un eş Başkanıyız, Medeniyetler Arası İttifak projelerinin eş başkanıyız” diye kasım kasım kasılmakta, kostaklanmakta değil mi?
Liberal-kapitalist Batı’nın çöküşü, bu çöküşü engellemek için başvurdukları siyasi tedbirler cümlesinden olarak eski vahşi emperyalist tekniklere avdet etmek zorunda kalmaları neticesi, yeniden askerî yoldan ülkeleri işgal etmek ve zenginliklere el koymak istemeleri. Bunda da Batı’nın içerideki dengelerinin olağanüstü bozulmuş olması yanında, saldırıya hedef olan ülkelerin sömürülmeye karşı koymaları baş amil olmakta.
Öyle ya, Irak, Libya, Afganistan zorla, silahla demokratikleştirilirken, Türkiye gibi ülkeler için buna ihtiyaç yok, bizdeki işbirlikçiler zaten olabildiğince demokrat…
Ve, geçmiş dönemlerin aksine olarak, yani Batı, geçmiş dönemlerde sömürge elde etmek için saldırır ve ele geçirdiği yerlerdeki zenginlikleri merkeze taşır, böylece yaptığı askeri harcamaları da fazlasıyla finanse ederken, artık öyle değil. Artık işgal ve yağmalama için gittiği ülkelerde hâkimiyet kurmakta zorlanmaktalar, hâkimiyet kuramamaktalar.
Nerde o savaş sonrası Japonya’nın anayasasını yazıp, tıkır tıkır sömürü çarkını kurabildikleri yıllar? Ne Afganistan, ne Irak, ne de Libya’da gerçek bir zafer, tamamıyla bir teslim oluş, halkın iradesini şartsız ele geçirme mevzubahis değil. Bundan dolayıdır ki direniş devam etmekte, direniş devam ettiği müddetçe de emperyalizm kan kaybetmekte. İşgalden beklediği sömürüyü, hesap ettiği verimlilikte sağlayamamakta… Haliyle, Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olma gibi, bir de askeri harcamalar ekstra bir maliyet getirmeye başlamış oluyor.
Bu gidişin gidiş olmadığı bedahet.
Ama gidecekleri, bildikleri başka bir yol da yok.
Ya sonuna kadar gidecekler veya zaten zamanı çoktan gelmiş sonlarına razı olacaklar, bu sonu hiçbir şey yapmadan beklemeyi kabulleneceklerdi. Ölümü hiçbir şey yapmadan beklemelerini ummak ahmaklık olurdu.
İşte bu sebeple, Suriye ve İran hamlelerinin, daha doğrusu Suriye ve İran’a karşı Türkiye’yi ileri sürmelerinin, Soros’un, “en iyi ihraç malınız ordunuz” diyerek ifade ettiği üzere, Mehmetçiğin kanını emperyalizm adına akıtmasının zamanı gelmiş gözüküyor.
Bunun için de AKP’ye ver gazı: Yeni Osmanlı, bölgesel liderlik, pastadan bizim de pay almamız lazım…
Kansızın biri Irak’ta yaşanan katliamın ardından Irak’ın zenginliklerinin çapul edilmesi sürecinde böyle bir kelâm etmişti: Irak pastasından biz de pay alacağız. Onun gibi köpeciklerin gözünde, Irak, emperyalizmin masaya yerleştirdiği bir pasta… Yapılan katliamların, Irak halkını özgürleştirmenin bedeli olarak da haçlı canavarları ve köpekliğini yapanların alması gereken bir bac lazım… Masadaki pastayı afiyetle yemeleri lazım… Hamuru, kardeşlerimizin kanı ve canı ile yoğrulmuş bir pasta. Süslerini de tecavüz edilen bacılarımızın feryadı-figanı…
Helâl para, helâl kazanç…
Huzurlu yaşam…
Sisteminize de, kazancınıza da, kârınıza da lanet!
Dergimiz / Sayı: 10 (3-1-2012)
www.Dergimiz.Net