sancak yine salınsın

o burçta

devir putlarını çağın

bir vuruşta

yaman ol yine yaman

-dileyene kadar aman-

hesap soruşta. (S.M. Aydınlık Savaşçıları'ndan)

5 Ocak 2012 Perşembe

UMUTSUZLUK, KARARSIZLIK, KAOS... VE DEVRİM!

Uludere’de yaşanan katliamdan sonra efkârı umumiye, maşerî vicdana hâkim olan umutsuzluk daha da kesafet kazandı.

Türkiye’nin büyük bir hesaplaşmanın sathı mailinde olduğunu ifâde etmeyen yok gibi…

Ne oldu?

İşler iyiye gidiyordu da, ne oldu da birden bire böyle tam ters istikamete yönelindiğine dair sesler, itirazlar yükselmeye başladı?
 
Hani 2010 12 Eylül’de Anayasa değişikliği referandumu yapılmış, “yetmez ama evet” naraları arasında büyük bir zaferin ilk adımı kutlanmaya başlanmıştı?

Habur açılımı?

AB süreci?

Türkiye’nin eksenden çıkmadığı, bilakis Batı eksenini sağlamlaştırmak adına bir takım operasyonlar yapıldığı ve bu operasyonlar sayesinde Türkiye’de kurulan Ilımlı İslâm-Allahsız Müslümanlığın bütün İslâm âlemine örnek olarak sunulabileceği ve Batı’nın da İslam âlemini savaşsız esir almasının ancak bu yolla mümkün olduğu…

Hani demokratikleşmeye, vesayetten kurtulmaya doğru ilk defa böyle bir hızla seyretmeye başlamıştık? (Irak, Afganistan, Libya bombalarla demokratikleştirilirken, Türkiye AKP ile demokratikleştiriliyor!)

Oysa bu gün bakıyoruz, Hüseyin Gülerce RTE’yi tehdit etme noktasına gelmiş…

Daha önceki bir yazımızda, cemaatle AKP’nin yakınlaşacağını söylemiştik. Yanılmışız. Süreçteki zorluk, safları daha da sıkılaştırmayı sağlayacağı gibi, çözülmeyi de tetikleyebilir. Anlaşılan o ki süreç, çözülme üzerinden seyredecek.

Tabi bütün bu hercümerç içerisinde, sistem tıkanmış vaziyette. RTE’nin alternatifinin olmayışı, emperyalizm ve içerideki işbirlikçilerini tedirgin de etmekte. Malum, demokrasi, çift kutupla oynanan bir tahterevalli oyunu. Bu oyunu kurgulayanlar da belli, emperyalist Batı… Şimdi, RTE yerine, Ilımlı İslâm Projesini yürütecek muhtelif lider adayları arasında tek gerçek alternatif Muhsin Yazıcıoğlu idi. Yazıcıoğlu, kendisine yapılan, “RTE yerine seni geçirelim!” teklifini reddettiği gibi, bir de bunu gidip RTE’ye söylemez mi! Tabi, madem oynanan oyunda verilen rolün gereğini yapmayacaksın, o hâlde oyun sahnesinde durmana gerek yok, ihraç edilirsin… (Yazıcıoğlu’nun kazadan (!) önce İngiltere’ye Lord Ahmet’in davetlisi olarak gitmesi, bu seyahat boyunca kendisine İBDA konusunda verilen, saatler süren malumatlar ve kendisinin, “ben böyle bilmiyordum” diye mukabelede bulunması… Lord Ahmet’le anlaşamama… Lord Ahmet’in Kadiyanî oluşu ve Fetullah bağlantısı da göz ardı edilmemeli...)

Bir ucunda RTE’nin olduğu tahterevalli’nin diğer tarafı boş… Eldeki tek alternatif de “oyun”a gelmedi… Bir de bütün bunların üzerine Cumhurbaşkanı’nın görev süresi meselesi problem olmaya başladı. Bizim danıştığımız hukukçular, sürenin 5 yıl olduğunu söylemekteler. Cumhurbaşkanı’nın pozisyonunda müktesep hak olmadığını belirtmekte, hatta 2009 senesindeki bir konuşmasında RTE’nin dahi sürenin 5 yıl olduğunu ifade etmiş olduğuna vurgu yapmaktalar. Şimdi, Cumhurbaşkanı’nın görev süresinin 7 yıl olduğu iddiası ile Gül’ün göreve devamını istemeleri durumunda, meşruiyeti tartışmalı bir Cumhurbaşkanı meselesi de gündemden düşmeyecek. Türkiye, 2012 gibi müthiş gelişmelerin yaşanacağını artık herkesin ortak kanaat olarak ifade ettiği bir yıla, meşruiyeti tartışmalı bir cumhurbaşkanı, hasta ve devamlı kontrol altında tutulması gereken bir başbakan ve AKP-C iktidarını oluşturan kliklerin kendi içinde birbirlerine düştükleri bir yapı ile girmekte…

Diğer yandan, bu yapıya dışarıdan destek olan çeşitli cemaatlerle olan bağların da kopmaya başladığına, Cübbeli Ahmet Hoca’ya yapılan komplo sonrası yaşanan gelişmelerde olduğu gibi çok daha net şahid olmaktayız.

İkinci Lâle Devri’nde de sona gelindi, halk desteği de düşmekte…

2012 senesi; dışarıdan çöküş çatırtıları ve savaş tamtamlarının sesi gelirken, içeride de açıkta kopan fırtınaların kıyıya vurması misali, derinden derine yol alan bir iktidar mücadelesinin tesirlerine daha çok maruz kalmaya başlayacağımız bir yıl olacak.

Bu gün itibariyle aslında bunu söylemek de pek bir şey ifade etmiyor.

Hani, bindiği dalı kesen Nasreddin Hoca’ya, yoldan geçen adamın biri, “düşeceksin Hoca!” diye seslenmiş… Kesmeye devam eden Hoca, düştüğü yerden kalkar kalkmaz adamın yakasına yapışıvermiş: “Madem düşeceğimi bildin, öleceğimi de söyle!”

Herkesin bildiği, “onu babam da bilir” hesabı doğruları, apaçık vakaları tekrarlamak değil marifet.

Bütün bir dünya, bütün bir insanlık, apaçık bir felâkete doğru sürükleniyor. AKP de bu sürükleniş içinde yeni bir şey teklif etmek yerine, Yahudi-Haçlı emellerini gerçekleştirmek üzere kendisine verilmiş rolden mutmainken, ortalığın birden böyle karışması, güvendikleri ilahları Amerika’nın ipleri elinden kaçırmasının şaşkınlığı içinde, bir müddet kendi başına kalmış ve ürkek, mütereddit adımlarla bölgede gezinmeye çıkmış, efendisinin serbest bıraktığı zincirlerinin imkân verdiği ölçüde bir rahatlık kazanmış gözükürken, hiç de istenmeyen istikametlere de dümen kırmış olmasına istinaden, kendisine çeki düzen vermek zorunda bırakılmıştır.

AKP, emperyalizme Türk Milleti arasındaki tampondur. Vazifesi, emperyalizmin politikalarını tatbik ederken, emperyalizme karşı oluşacak tepkileri-darbeleri süspanse etmek. Mukadderatı ise her tamponunki gibi ezilmek, kullanıldıktan, işi bittikten sonra atılmak...

AKP, emperyal sistemin ülkemizdeki son ve alternatifi de kalmayan nihaî hamlesi. Artık bundan sonra, bütün yanlışları bir seferde bertaraf edecek bir ihtilâl kendini dayatıyor. Bu ihtilâl, aynı zamanda bir iç savaş durumunu da beraberinde getirecek gibi.

Unutulmasın, bu ülkedeki problemlerin çözümün temel şartı, kendi meselelerimizi kendimizin konuşabilmesi, Haçlı-Yahudi emperyalizminin dahline müsaade etmemek.

Mevcut sistem ise bilakis sırf bunun için var. Mevcut sistem içinde emperyalizmin müdahalesine mani olmaya çalışmak, ham hayalden öteye gitmez. Mevcut sistemi değiştirmeye kalkmak da Irak’ta, Libya’da, Afganistan’da olduğu gibi, emperyal müdahaleleri göze almayı gerektirir. Böyle bir kahramanca çıkış olmadan, yüzyıllardır birikmiş meselelerimize çözüm bulamayacağımız, her aklı selim sahibinin teslim edeceği bir hakikat. Samimiyet şartı… O halde, yine Nasreddin Hoca kıssalarının birinde olduğu üzere, kaybolan iğnemizi kaybettiğimiz yerde, samanlıkta arayacağız. Araması kolay diye, samanlığın dışında açık aydınlıkta iğne gene aranır ama, bulma ümidi olanın art niyetsiz olanına deli derler. Bu da bir iştir ama aksiyon değildir. Diğer taraftaki art niyetliler ise, bu milletin düşmanı, haini ajan… Ve aslında bu demokrasi edebiyatı da Müslüman Anadolu Ahalisi ve tüm dünya milletlerine giydirilmek istenen bir deli gömleğinden başka bir şey değil.

İnsan ve toplum meselelerinin halline dair sistem çapında teklifini ortaya koyan İBDA’nın devlet yönetimi ve idare şekli bahsindeki teklifi Başyücelik Devleti’nden başlayarak, gündemimizi belirlemesi gereken dava İBDA’dır.

Türkiye ve dünya, büyük bir hesaplaşmaya doğru gidiyor.

Sistem çapında bir teklifin varsa buyur, yoksa İBDA Mimarı’na kulak kabart…

Madem dünyada bir sitsem krizi yaşanıyor ve dünya yeni bir nizama muhtaç, o halde çözüm teklifleri de sistem çapında olmalı değil mi?

Bize düşeceğimizin değil, öleceğimizin haberini verecek olanlar lazım.

İşte İBDA bunun için var!

Ve devrim bunun için tek çıkar yol.

“Ya öl, ya ol!”

Cihad KOLGEZEN

Dergimiz / Sayı: 10 (3-1-2012)
www.Dergimiz.Net

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder