Dolar uçuşa geçti.
Şikayetler her geçen gün daha da artmakta.
AKP, tedbir niyetine milletin sırtına daha fazla yük bindirmekten, elde avuçta ne kalmışsa satıp savmaktan başka çare ortaya koyamıyor. İşte, şeker sektörü de tamamen özele peşkeş çekilip, stratejik bir sektör daha tamamıyla piyasa denen canavarın eline teslim edilecek.
Üstad, “Püf Noktası” adlı tiyatro eserinde buna işaret etmiş, piyasa denen canavarın ne denli tehlikeli bir şey olduğunu vurgulamıştır.
Çare sadedinde, bir de turizmi patlatacaklarmış. Bizdeki haliyle, Batılı pisliklerinin cinsi arzularını ucuz yoldan tatmin etmeleri demek olan turizmi. Biliyoruz ki daha önceleri çocuklara yönelik sapıklıklarını tatmin edebilmek için Tayvan gibi ülkelere giden sapık Batılılar, artık ülkemize gelmekte.
Çare, Açık Toplum olmak, her şeyini Batı’ya açmak.
Topraklarını, askeri üs için açacaksın.
Vatanının kapılarını, komşularına saldırmaları için işgal askerlerine açacaksın.
Siyasetini, istedikleri gibi yönlendirmelerine açacaksın.
Kültürünü, istedikleri gibi bozmalarına açacaksın.
Sanatını, istedikleri gibi süflileştirmelerine açacaksın.
Yetmeyecek, ırzını, namusunu da açacak, hizmetlerine sunacaksın. Cebine de üç-beş kuruş girecek, bu da AKP’nin büyük iktisadi başarısı olacak. Hani, RTE her vesileyle, “Hakka hizmet, halka hizmettir!” diyor ya, işte o hesap… Halka hizmetten ne anladığını da aslında ta yıllar öncesinden, belediye başkanlığı döneminde ortaya koymuştu ki, işte ta o zamanki hallerine şahitlikten, bu günlerine ışık tutacak bir şiir, Salih Mirzabeyoğlu’nun “Münşeat”ından:
HAK VE HALK (2)
- “Halka hizmet Hakka hizmettir!”
bir zamanlar İstanbul’un
pırıl pırıl yaptılar genelevlerini
şeytan’ın eri Müslümanlar(!)
“gerçekçi” oldular – hedef istiyordu okları
sonradan büsbütün ortaya çıktı – gerçekçilikleri!
Halka hizmet Hakka hizmettir ya
Hakka hizmet Hakka itaattir
böyle emretsin – ruhun!- nefse
halka öğretsin itaati Hakka
ve sonra kölesi olsun halkın!
Şiirin ikinci bölümündeki Büyük Hakikat ayrı mevzu, biz dönelim AKP’nin “açma” mecburiyetine…
Açmazsan ne olur?
Açmazsan, Irak veya Libya olursun.
Yaman Törüner, Libya’da bundan sonra neler olacağını, şöyle özetlemiş:
“Yabancı özel sektör şirketlerinin ülkeye girmesiyle, ülkenin eğitimli iş gücü kolayca iş bulacak. Zaten, Libya’daki eğitimli insan gücü göz kamaştırıyordu. İşsizlik oranı çok süratle düşecek, ülke önce dışarıya, sonra da turizme açılacak. Siyasi partiler oluşturulacak; ülkeye demokrasi gelecek.
Ülkede daha çok petrol çıkarılacak ama petrolden elde edilen kârın büyük bölümü yabancı büyük şirketlere gidecek. Ülkede şimdiye kadar özel sektörün varlığına izin verilmemişti. Şimdi bir özel sektör ve yabancı yatırımcı patlaması yaşanacak. Libya ekonomisi ve vatandaşları da kapitalist ekonominin vahşi gücü ve tüketim ekonomisi ile tanışacak. Ülkeye ilk giren yabancı şirketler, bankalar olacak.
Bunca zenginliğe rağmen, sonunda orada da ekonomik krizler baş gösterecek. Kamu açıkları ve dış borçlarla karşılaşılacak. Bunlarla başa çıkabilmek için, özelleştirmelere başvurulacak.
Kulübümüze hoş geldin Libya!” (29 Kasım 2011, Milliyet)
Sayın Törüner, aslında şunu da söylemiş oluyor: Türkiye gibi ülkeler, Batı saldırısına maruz kalmıyorsa, bunun sebebi, Batı’nın Libya ve benzerlerine zorla yaptırdığına, bizim gönüllü olarak talip olmamız sâikiyledir. (Görünüşte Batı’ya hayır derken, aslında nasıl bir kabulleniş içinde olup “evet” dedikleri ve her “hayır”ın aslında “hayır” demek manasına gelmeyeceği de aşağıda.)
Yani, “gönüllü kölelik”…
Bizi yönetenler, Batı’nın çıkardığı çizmeleri giymişler ve Batı adına karar almaktalar, Müslüman Anadolu ahalisi adına değil.
Misal, “Terörizmin Önlenmesi Hakkında Kanun”…
Davidson, Almanya’da Türkleri katledenlerle, Afganistan’da vatanlarını NATO eşkıyalığına, işgale karşı müdafaa edenleri aynı “terör” kefesine koyduğunu ilân ediyorken, yani dünyayı Batı merkezli kültür ve medeniyet okumasıyla, bir oryantalist edasıyla algıladığını itiraf ederken… (Şimdi burası, üstteki şiirin ikinci bölümünü hatırlamanın yeri. “Halk” algılamalarındaki yanlış, Batıcı değerler tarafından zihinlerinin nasıl iğfal edilmiş olduğunu göstermekte. Lafta Batı’ya karşı olmak, “biz farklı bir medeniyetiz” demek yetmez, bu iğfale maruz kalmamaya. Burada da aklımıza, Güneş Taner’in bir zamanlar giydiği “No, no, no…” yazan tişörtü geliyor. Her seferinde daha da küçülen “hayır”lar. Şeytanın erlerinin Batı karşısındaki tavırları, Batılı bir genç kızın aşığına karşı naz halini anlatan o tişörtü tedai ettirmekte bize…) Yukarıda mezkur yasayı çıkarmamızı en çok arzulayanın CIA denen eşkıyalık merkezi olduğunu bilmek insanı şaşırtmaz. Böylece, Amerika’nın istekleri doğrultusunda, Amerika, “ben şunun benim için terör yapmasından şüpheleniyorum!” dediği anda, o kişinin bütün mal varlığına el konulabilecek. Mahkeme kararı olmadan.
Bu yasanın çıkartılması insanı şaşırtmaz da, bu Allahsız İslamcı işbirlikçi hain tayfanın hâlâ bizden zannedilmesi bizi şaşırtır. Nasıl oluyor da bir Müslüman, bunca ihanete rağmen bu tuzağa düşüveriyor?
Adamlar, resmen, Allah’a düşmanlık edenlerin, Allah’a savaş açanların isteklerini, her sahada olduğu gibi iktisadi sahada da karşılamak adına, ne hak, ne hukuk tanımayacaklarını ortaya koyup ve Müslüman Anadolu’yu ırzı ve namusu dahil her şeyiyle Yahudi ve Haçlılara peşkeşe çekmeyi de büyük başarı olarak pazarlayabilmekteler.
Asıl mucize bu, tersine mucize…
Allah Resulü’nün nurundan uzaklaşmanın insanı nerelere kadar sürükleyebileceğini gösteren dehşet tablosu.
Bu tersine mucizenin elebaşı da AKP ve RTE olmak üzere, diyebiliriz ki, “bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete!”
Şeytanın erleri, bütün ümitlerini bağladıkları Batı ile beraber batmaktadır. Kıyamet, o kıyamet.
dergimiz.net Sayı: 6 (6 ARALIK 2011)
www.Dergimiz.Net
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder