Kelime kelime olmasa da Üstad Necip Fazıl’ın bu minvalde bir ifâdesi olduğu kalmış aklımda.
Veya şöyle de olabilir; gerçek iyinin, iyiliğin, doğruluğun, güzelliğin yolunu kesen sahte iyi, sahte doğru ve sahte güzel, iyiliğe, doğruluğa, güzelliğe açıkça düşman olan kötüden daha kötüdür.
Bu hikmetin tedaileri olarak: Felix Culpa mevzuu ve yarım oluşların tüm oluşları engellediği hikmetleri…
Felix Culpa, malûm, “mutlu cinayet” demek. Dış yüzden doğru gözüken ama içinden büyük bir hatâdan ibaret olan durumlar için kullanılan bir tabir.
Yarım oluşların tüm oluşları engellemesi mevzuunun da ilim ve fikirden, pratik hayata dair bir çok tezahürü var. Psikolojide, “ket vurma” diye bir bahis var. Misâlen, birkaç parmakla klavye kullanmayı öğrenen bir kimse, on parmak kullanma noktasında çok zorluk çeker. Sıfırdan on parmak klavye kullanmayı öğrenmeye başlayana nazaran, bu birkaç parmakla klavye kullanmayı öğrenmiş kişinin on parmak öğrenmesi çok daha zordur. Önce öğrendiği yanlışları unutması gerekecektir. Bu tip bir duruma, “ileriye ket vurma” denmekte. Geriye ket vurmada ise tersi, sonradan öğrenilenlerin, yeni alışkanlıkların, önceki alışkanlıkları ve bilgileri faal hale getirmeye engel olması…
Bahsimiz AKP ve AKP sayesinde bu ülkenin büyük çoğunluğunun içine düşürüldüğü feci durum.
AKP’nin bu yukarıda saydıklarımızla ne gibi bir alâkası olup olmadığına gelmeden önce, birkaç psikolojik, biyolojik deney ve tesbit daha aktaralım. Bilindiğini varsayarak kısaca; yavaş yavaş ısıtılan suda kurbağa deneyi ki, kurbağalar suyun kendilerini haşlayacak derecede ısındığını fark edemiyorlar, fark ettiklerinde de iş işten geçmiş oluyor.
Bir diğeri de malum, Pavlov’un Köpekleri ve -şartlı refleks- deneyleri; bir seferinde, büyük bir tabi afet neticesi laboratuara uzun sayılacak bir müddet gidilemez. Tabî âfetten laboratuardaki hayvanlar da etkilenmişler, bir kısmı telef olmuş, uzun müddet aç kalmışlar vs. Nihayetinde, bu âfet neticesi travma yaşayan hayvanlar şartlı reflekslerini de kaybetmişler.
Müslüman Anadolu ahâlisinin üzerine bir kâbus gibi çöken, bununla yetinilmeyip bütün dünyadaki Müslümanlara, emperyalizm tarafından “rol model” olarak takdim edilen AKP ki, “Ilımlı İslâm”-“Allahsızlık Müslümanlık” tenceresinde kurbağa haşlar gibi bizleri haşlamaya kalkan…
Güya iyi görünürken gerçek iyinin yolunu kesen, kötüden daha kötü, en kötü, esfeli safilin… Felix Culpa…
“Ol veya öl!” ihtarı karşısında, “böyle de olunurmuş!” müptezelliğine, tatminine, sahte oluşlara yol açan ve bu hâliyle de gerçek oluşun önünü kesen, ket vuran…
Müsbet bir hamle için gerekli olan bütün oluş ızdırabını uyuşturarak yok eden, Müslümanları, emperyalizmin eline tutuşturduğu çanın sesi ile Pavlov’un köpeklerine dönüştüren, mankurtlaştıran…
Mankurtlaştırmayla birlikte “idraklerin iğdiş edilmesi”…
İdraklerin iğdiş edilmesi ve mankurtlaşma… Yani, düşmanına karşı tavır alamama, dost ve düşmanı ayıramaz hale gelme.
Ki, kimlik meselesidir aynı zamanda, “ben kimim?” suâliyle birlikte, “esas hasmım kim?” sualine de tutarlı bir cevap vermeyi gerektirir.
Esas hasım, yakın ve uzak tehlikeler neler?
Meseleyi daha fazla dağıtmadan…
AKP’nin “idrakleri iğdiş etmede elde ettiği başarı ile, kimlik mevzuunda ve dolayısıyla düşman hedefini tayinde sapmalara yol açtığı bedahet.
En basitinden, en yakın çevremizde şahid olduğumuz vakâ ki, işkence ve işkencecilere karşı alınan tavırda kendisini göstermekte.
Düne kadar ve açık kötüden gelen işkenceye karşı en galiz ifâdelerle karşı koyanlar, “Remz Şahsiyet”in yok edilmek istenmesi derecesinde AKP eliyle yapılan işkenceye karşı, o geçmişlerindeki hâlleriyle kıyaslandıklarında hiç de tanınmayacak bir edâ ve tavır sergilemekteydiler…
İşkence ve işkenceciye karşı mücadele sanki bir prensip meselesi değilmişçesine bir tavır, bir edâ.
İşte, AKP’nin en büyük oyunu, gerçek düşmanı kendi üzerinden perdelemesi ve alınacak net ve kesin tavırlara mâni olması. Tutuk ve şaşkın bir lisân. Ne diyeceğini bilmez bir üslup. Bir gün karşı olurken, diğer gün yanında gözükücü bir şaşırmışlık hâli. Bu, kararsızlığın ifâdecisi. Dost ve düşman kutuplar üzerinde verilmiş bir kararın olmayışının. Oysa bir ihtilâl hareketi için en büyük handikap kararsızlıktır. Öyle ki, en kötü karar bile, kararsızlıktan daha iyiyken…
İşte, “Kasım” ayı, bütün bu uğursuz handikapları ortadan kaldırıcı bir dizi hadiseler zincirinin başlangıç, devam veya zirve yaptığı ay olarak, hadiselerin delalet ettiği apaçık mânâlar sâikiyle -AKP iktidarının ihanet ve işbirlikçiliği vs-, Müslüman Anadolu ahâlisinin, AKP’nin gerçek yüzünü ayân beyân görüp-farkedip, bu partiye dair vehmettiklerinin bir kuruntuya dönüşeceğini idrak etmesine yol açmakla, bu parti ile olan bağlarını kesmeye başladı…
Kasım ayı içerisinde idrak etmeye çalıştığımız Kurban Bayramı’nın mânâsına denk bir zaviyeden ifâde edecek olursak, nasıl ki Kurban, nefsin kurban edilmesi –nefsle bağların kesilmesi- gayesine matufsa, Kasım ayının, nefsimizin en büyük ve cemiyet planında en geniş tezahürü olan AKP ile olan bağların kesilmesi neticesini doğurduğuna şahit olmaktayız.
Bir çok farklı çevreden, bir çok farklı yazar ve fikir adamının, farklı konular, farklı gündemler üzerinden, AKP icraatlarına karşı açıktan tavır almaya başladıklarına, AKP’yi eleştirmeye giriştiklerine, kendi partileri içinden olsun bir iç bunalım yaşamaya başladıklarına, Haydarpaşa İstasyonu misâli bütün yolların birleştiği nokta gibi, Kasım ayında şahit olduk.
Zaten var olan muhalefet sesleri ayyuka çıkarken, gizlide pişenler de adetâ bu ayda meydana çıktı.
Deprem vesilesiyle, AKP’nin temsil ettiği “Ilımlı İslâm”-“Allahsız Müslümanlık” rejiminin enkaz altında kalışı… Enkaz altında ölenleri geçtik, “tehlike yok, artık evlerinize girebilirsiniz!” denilenlerin ölmeleri, açlıktan soğuktan naylonların altında ölen bebeler…
Futbolda şikecilere getirilmek istenen af yasası…
“Biz kimsesizlerin kimiyiz, yok bedelli askerlik filan!” diyen RTE’nin, şimdilerde, “30 bine hiç askerlik bile yapmana gerek yok, gel vatandaş!” diye ortalığı yıkması…
PKK ile yapılan görüşmeler.
Suriye mevzuunda apaçık emperyalizmin taşeronu olduğunun kendini göstermesi…
Füze Kalkanı…
İran…
İsrail’e “efelenir”, seyrüsefer güvenliği edebiyatı yaparlarken, Gazze’ye giden ikinci konvoyun İsrail askerlerince yine esir edilmesi karşısında gıklarının çıkmaması, Mavi Marmara şehidlerinin kanlarını nasıl sattıklarının ortaya çıkışı…
Bu konuyu unutturmak için ellerinden geleni yapıyorlar, yandaş medyada çıt yok.
Bu çerçevede, Kayseri ve İstanbul’da Yahudileri protesto eden göstericilerin polis tarafından zorla gözaltına alınmaları.
İsrail’le olan ticari ilişkilerin artmakta oluşu… (“Kişinin namazına, orucuna değil, parayla olan münasebetine bakın!” ölçüsü)
Yolsuzluklar ve Deniz Feneri…
Zamlar…
Dünya felaket bir krize sürüklenirken, hükümet içindeki bakanlar ve Başbakan’ın her birinden farklı sesler yükseliyor oluşu…
“Yetmez ama evet”çi, “sonuna kadar gidilsin”ci liboşlarla da nihayet AKP’nin arasına kara kedi girmesi. Hüseyin Gülerce’nin ifadesiyle: “Bu beraberlik buraya kadarmış!”
Kasım ayı, kesim ayı…
Bu ayın bahşettiği en büyük zafer de bu.
AKP ile olan bağların, yukarıda bir kısmını listelemeye çalıştığımız çeşitli hadiseler bahanesi ile kesilmesi, kesilme noktasına gelmiş olması.
AKP’nin deşifre olması, yalnızlaşması.
AKP, bu deşifre ve yalnızlıkla, efendilerinin kendisinden istediklerini o kadar da kolay yapamaz. Diğer yandan da Amerika’da mukim emekli vaizle olan irtibatı -bir müddet için- daha da sıkılaşacaktır. Eşyanın tabiatı gereği. İçinden geçilen dönemin “zor”luğu, buna kendilerini mecbur eder. Yine bu dönemin gereklerinden olarak, sahte kutuplaşmayı derinleştirmek adına, Üstad’ın istismarına yönelik hamleler daha da artacaktır. Şu, Dersim tartışmasında olduğu gibi. AKP, sözde Müslümanlığının dozunu biraz daha artıracaktır.
“Zulme” karşı bir başkaldırı şaheseri demek olan Son Devrin Din Mazlumları’nı eline alana dikkat: “Remz Şahsiyet”i işkence ile yok etmeye kalkan bir işbirlikçi, hain, mürted olduğu gibi, Üstad sağlığındayken Üstad’a cephe alanlar arasında yer alan virgüllük bir isim.
Son Devrin Din Mazlumları’nı eline alana dikkat: Milyonlarca müslümanın katledilmesine, çocukların yetim, kadınların dul kalmasına, binlerce bacımızın tecavüze uğramasına destek veren, tecavüzcü-sapık ve katil conilerin sağ salim evlerine dönmesi için dua eden bir “şey”…
Kasım ayı, kesim ayı…
Bu “şey” ile olan bağların kesilmesi…
İnşallah 2012, 2011’de başlayan seferin zaferle taçlandığı yıl olacak.
www.dergimiz.net / Sayı: 5 (29 KASIM 2011)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder