Diğer yandan, biz, O'nun çözüm merci diye takdim ettiği makamları düşman görmekte ısrarlıyız. Zira onların düşmanlığı bu günle alâkalı değil, geçmişten gelen bir durum. Zaten Teodora Hanım, o çözüm mercilerinin hali hakkında kesin bir hükme sahip olarak değil, "beni yanıltmazlar inşallah" kaydıyla söylemekte ki, sizi de yanıltırlar Sayın Doni... İşin diğer tarafına gelince. Mirzabeyoğlu'nun dışarı çıkması, sadece iadei muhakemeye bağlı bir strateji içerisinde ele alınamayacak kadar mühim. Bu çerçevede de sizden sizin mantığınızı ödünç alarak, siz ve sizin gibi düşünenlere şunu söyleyebiliriz: Mirzabeyoğlu'nun dışarı çıkması cümlesinden olarak, sizin çözüm merci diye takdim ederek ileri sürdüğünüz -artık kimlerse- isimlerle-kurumlarla mevzuyu tahdit etmiş olmanız, başka bir çare yokmuş gibi çözüm mercii dediğiniz insanlara bu meseleyi mahkum etmeniz, asıl çözümün önündeki en büyük engeldir.
Unutulmasın ki Mirzabeyoğlu, her şeyden önce, kanlı canlı bir ihtilâl lideridir ve O'nun işaret parmağı istikametinde insanlar işkenceler görmüş, can almış, can vermişlerdir. Anladığım kadarıyla sizin, "Mirzabeyoğlu sadece bir mütefekkir" yaklaşımınız, "çözüm mercilerine karşı düşmanlık beslemeyin" demenize yol açmakta. Oysa, bir ihtilâl lideri olarak O'nun bu halini biz unutsak bile o çözüm mercii dedikleriniz unutmayacak. Zira kendisi iddiasından vaz geçmiş değil. Mirzabeyoğlu bir ihtilâl lideri olduğuna göre, ihtilâlin hedefi de iktidardır. Bu çok basit bir mantık. Kaldı ki AKP'nin iktidara gelmesi, getirilmesi, Mirzabeyoğlu'na ola düşmanlıkla alakalı. O'nun iktidar yürüyüşünü durdurmak için olduğu, İslamcı mücadele tarihi incelendiğinde apaçık gözükür. Kısacası AKP, varlığını, Mirzabeyoğlu’na, O’nun mânâsına olan düşmanlığa borçlu.
Bizim iktidara karşı düşmanlığımıza gelince. Bundan daha tabi bir şey olamaz. İBDA, işbirlikçilik ve teslimiyeti reddeden, her zaman dik duruşuyla, düşman olan değil, olunan mercidir. Zira sistem teklif etmektedir. Sistem çapında teklifi olanla, mevcut yapıya entegre olarak hayat sürmeyi marifet bilen arasında fark olsa gerektir. Ve mevcut yapıya entegre olmayı marifet bilen, elbette sistem teklif edeni düşmanı bilecektir. Sistem teklif etme çerçevesi içinde Mirzabeyoğlu, "Remz Şahsiyet"tir. "Remz Şahsiyet"e yapılan saldırı ve işkencenin devam ediyor oluşuna, birilerinin onlara düşmanlık ediyor olması bahane gösterilemez. Mevzuu tersinden ele almak olur. Sistem teklifi yapanın yerine kendisi geçmek için her tülü üç kağıdı çeviren, daha sonra da iktidara geldiklerinde, getirildiklerinde de vazifeleri icabı Remz Şahsiyet'e işkence etmeye devam eden vasfıyla AKP, düşmanlık oklarımızın hedefine kendini koymuş oluyor.
Todora Hanım'ı yazdıkları ve meseleye gösterdiği ilgi ve alakadan dolayı yine tebrik ediyoruz. Bu hakikati başa alarak devam edelim...
Şimdi, birileri bu işi manipüle edip, yani AKP'ye olan düşmanlık meselesini... Ki, AKP'ye karşı gerçek ve tek muhalefet biz kaldık, apaçık ortada. Bu muhalefeti de devre dışı bırakmak için, en zayıf noktadan saldırıp, idrakleri iğdiş etmeye, muhalefeti, düşmanlığı boşa çıkarmaya çalışıyor olmasınlar?
Malum, şeytan, "ben şeytanım!" diye gelmez ki, hak suretinde gözükür. Cehennemin yolları da iyi niyet taşlarıyla döşelidir.
Ortada bir haksızlık ve zulüm var. Hem K'nın şahsına, hem de bütün insanlığa karşı işlenen bir suç var. Evet, bu durum hukuki bir vaka aynı zamanda. AKP iktidarının suç işlediğini, Teodora Hanım da zımnen kabul etmiş oluyor yazdıklarıyla. Suç var, adaletsizlik var, bir suçun, adaletsizliğin izale edilmesi için rüşvet istercesine, "Ya siz de hak gördüklerinizi söylemeyin, düşmanlık etmeyin!" demek olur mu? Peki, K dışarı çıkmış olsun, O, kendisine yapılanların hesabını sormayacak mı AKP'den? Yapanlardan? Remz Şahsiyet'e yapılmış, Remz Şahsiyet olduğu için yapılmış bir saldırı, artık nefsi olmaktan çıkmıştır. Bu mânâyı hisseden herkes bunu nefsine yapılmış kabul eder. O mânâyı hissetmeyenlerin dahi şahsına yapılmış bir saldırı olduğu ise ayrı bir mânâ. Remz olduğu davaya ve son tahlilde o davanın sahiplerine yapılmış bir saldırı. Yani bu saldırıyı O'nun dahi affetme yetkisi yok. O'nun şahsında "sistem"e yapılmış bir saldırı. AKP'nin bu denli bir planlama ve cesaret sahibi olmadığını hepimiz biliyoruz. Buna tek başına AKP'nin ne gücü yeterdi, ne cesaretleri var. Arkalarına aldıkları ve o telegram cihazını kullanmayı kendilerine emreden merkezlerin gücünü kullanmaktalar. Yani savaş, tam da İngiliz Mehmed'in ifade ettiği üzere, "Küreselcilerle, milliyetçiler arasında!" Küreselciler, kendileri gibi işbirlikçi teslimiyetçiler, milliyetçilerse, bu ihaneti reddeden kim varsa o. Mesele bir savaş yani Teodora Hanım. Bu savaşı algılamazsanız, AKP'yi çözüm merci olarak görmekte mazursunuz demektir. Ama çözüm merci AKP değil, olsaydı AKP'yi bertaraf etmekle bu iş hallolurdu ki o da fazla emeğe gerek kalmayacak bir işti. Bu bir savaş ve savaşta çare, netice, tarafların savaş süreci içerisinde çözülmeye başlamalarıyla kendini gösterecek. Bu kanlı sürece girmemize mani olmak adına, düşmanın attığı oltaya kapılıp, "savaşmaktan vazgeçin de Mirzabeyoğlu'nun salınıvermesi yolunda engel olmaktan çıkın!" yollu ikazınızın, şeytani olmadığına nereden emin olabilirsiniz? Değil mi, bunun savaş olduğunu bizzat AKP'nin, yani çözüm merci dediklerinizin kendileri itiraf etmiyorlar mı?
İadei muhakeme meselesi ise, ifade ettiğim üzere, hukuki bir bahis ve Mirzabeyoğlu'na yapılan hukuksuzluğa karşı, başında bulundukları ve namusları demek olan hukuklarına ne kadar riayet edip etmedikleriyle alakalı. Hak olan bir şeyi yapmak mecburiyetindeler. Yapmadıkları her saniye, kendi hukuklarının ırzına geçiyorlar demektir. Adamı bu sapıklıktan vazgeçirmek için, sapıklığını haykırmaktan vaz mı geçelim? Garantisi ne? Yani böyle bir garanti de yok, haksızlık karşısında susmanın, şeytanlığın. Nereye kadar susacağız? Vadeleri bu günden yarına ata ata, ha bu gün, ha yarın diye diye, nereye kadar? Hak bu mudur, vicdan bu mudur?
Mirzabeyoğlu, Remz Şahsiyet olarak, zamanı gelince çıkacaktır, ama öyle, ama böyle.
Mesele konuşulsun, herkes eteğindekini döksün, ve herkes söylediklerinin, yaptıklarının arkasında erkekçe, mertçe dursun. Teodora Hanım'ı bu mert tavrından dolayı ayrıca tebrik ederiz, herkese de örnek olur inşallah.
Evet, herkes söylediklerinin arkasında mertçe dursun, karnından konuşmasın, biz son tahlilde bir ihtilâl hareketiyiz ve yaptıklarımızın ve yapmadıklarımızın hesabını vereceğiz. Cephe esprisine gelince, bu da farklı alan ve mizaç farklılıklarının görünmesi için olduğu kadar, yavşakların ve sümüklülerin de ortaya çıkması için aynı zamanda. İhtilâl süreci, bu çerçevede bir arınma sürecidir de. Tabi bu ifadelerim Teodora Hanım'ı hedef almıyor. O'nun böyle İbdacılık, ihtilâlcilik gibi bir iddiası zaten yok. O, kendi samimiyeti dairesinde, doğru gördüğünü ifade etmiş, ne güzel de yapmış.
Mesele açıldı, hadi devam edelim o zaman.
İbdacı olmak, ihtilâlci olmayı gerektirir. Yoksa iş, bir zamanların Necip Fazıl'ı sevenleri gibi, Salih Mirzabeyoğlu'nu Sevenler Derneği gibi bir şeye dönüşür. Hani şu komünist Troçki, raporunda demekteydi ya, "Bunlar Komünist olabilir ama, ihtilâlci asla!" İşte öyle, SM'yi sevenlerden olmak ayrı, SM’nin bizzat “varlık gayem” dediği davasının muradı olarak ihtilâl hareketinde yer almak, yer almayı istemek ayrı.
İhtilâl hareketi içinde olmayan birinin, böylesi bir çıkışla, SM için iadei muhakeme istemesi, gayet hoş bir durum. En azından vicdanen bir mesuliyetin ifası. Ama ihtilâl hareketi içinde olup veya öyle olduğunu iddia edip veya öyle olduğu izlenimi vermeye bayılıp, diğer yandan da iadei muhakeme işini tek çıkar yol olarak takdim etmek, olmaz. İadei muhakeme için çalışmak ayrı, kimseye de çalışmasın demedik ya, ama bunu hareketin mekezi stratejisi gibi takdim etmek, “buna mani olacak şu şu faaliyetler iptal edilsin, şöyle böyle konuşulmasın” demek, haddi aşmak olur.
Asıl ve en önemli tehlike, Mirzabeyoğlu'nun ihtilâl lideri olması hakikatini ikinci plana düşürecek, kitlelerde böyle bir algılamaya yol açacak tavırlar. Bu tavırların yer etmesi.
Tekrar hatırlatalım, Mirzabeyoğlu'nun fikirleri doğrultusunda bir çok insan can aldı can verdi. Ve Mirzabeyoğlu, Türkiye'deki Batıcı rejimi, emperyalistlerin elinden çekip alma kapasitesini ortaya koyduğu için bu cezaya çarptırıldı. Düşmandan da başka türlüsünü beklemiyordu. Ve şimdi, o emperyalist taşeronu rejim, efendileri ile beraber tarihin çöplüğüne doğru gittiği ortaya çıkmış olarak, sakın bizlerin ihtilâlci tavrımızı, muhalefetimizi törpülemek adına, hak suretinde oyunlar oynuyor olmasın? Ali Bulaç'ın yazdığı yazı? Gülerce'nin ziyareti?
Şimdi bütün bunları niye belirtme ihtiyacı hissediyoruz, dediğim gibi, hukuk mücadelesi adına söylenenler bir yana, "sizin faaliyetleriniz, bizimkilere köstek oluyor!" dendiği zaman, durum değişiyor. Hukuk mücadelesi çerçevesinde, hukuki bir durum tesbiti olarak, Mirzabeyoğlu'nun eline silah alıp eylem yaptığına veya eylem talimatı verdiğine dair bir delil olmaması ayrı bir mevzu, O'nun ihtilâl lideri olarak, fırsatı eline geçirdiğinde, eline silah alarak bu köpeklerin kökünü itlaf edecek olması ayrı.
Hukuki süreç ve hukuk mücadelesi, hukukçuların işi. Onlar kendi alanları ile ilgili olarak, ellerindeki delilleri, mevcut hukukun icapları dairesinde ortaya koyup dökmekle mükellef. Biz ise hukukçu değiliz, bizim böyle bir mesuliyetimiz ve mecburiyetimiz yok. Bilakis, ihtilâlci olma mesuliyet ve mükellefiyeti dairesinde, biz de kendi mizaç ve meşrebimizce kendi doğrularımızı ortaya koymakla mükellefiz. Aslında mesele bu kadar basit.
Burada bir noktaya daha dikkat çekelim, hem de yıllar öncesinden K'nın dikkat çektiği bir noktaya. Sol ihtilal hareketleri üzerinden, bizlere verdiği bir derse. Solda yazan-çizen adamla savaşan adam arasındaki his farklılaşmasından mütevellit ortaya çıkan sakat bir durum... Tabi bunu sol kendine çeki düzen versin, yazan çizen adamlar, kendilerini savaşan adamın ruhiyatına uydurmaya baksın diye söylemediğini anlamak için ahmak olmamak yeter.
Sivil Toplum faaliyeti, şu faaliyeti, bu faaliyeti ile o faaliyetin kendi hedefleriyle, her türlü silahla mücadeleye dair bir hayatı tercih etmiş ve örgütlenme gereği çerçevesinde faaliyet gösteren, göstermeye çalışan adamın hedefleri arasındaki farkın farkına nazaran, problem çıkmaması adına, herkesin kendi durduğu yeri doğru tesbit etmesi, edebilmesi ilk şart.
Not: Bu yazı, "Direniş ve Zafer" Facebook sayfasında konuyla ilgili yaptığımız yorumların tashih edilmiş halidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder